medyauzmani.com
Sri Sriya Onder: Gücün en çok ihtiyaç duyduğu şey sadakattir. – Yerel Haberler

Sri Sriya Onder: Gücün en çok ihtiyaç duyduğu şey sadakattir.

Konferansla ilgili değerlendirmelerde bulunan Önder, “Sanırım Sayın Tunç Soyer ve emeği geçen herkes, nüfuzu ve otoritesi görünenin çok ötesinde bir başlangıç ​​yaptı.”

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 2. Yüzyıl Ekonomi Konferansı, “Vefaya Davet” oturumuyla 6. gününde devam ediyor.

Kongre’nin bugünkü oturumunda, eski HDP Milletvekili Seri Surya Önder, “Vefa” konulu bir konuşma yaptı.

İşte Under’ın konuşmasından satırbaşları:

“Savcılar ve mahkemeler dava açarken şu renge bakmıyor: Şikayet ettiğim bir şey var. Anonim olmak bir erdem değildir. Daha cömert olduğunu düşünenler de boya tedavisi görüyor. Ona meclisin renkli figürü diyorlar. Ama savcılar ve mahkemeler hapse atıldıklarında hiç de o kadar renkli görünmüyorlar. Gardiyanlarla da çalışıyor. Son cezaevine girdiğimde, yasama görevi bittiğinde, cezaevi nöbeti başladığında, gardiyanların Meclis’te öyle kışkırtıcı konuşmalar yaptıklarını sanıyordum ki, bana sadece gülüp geçtikleri konuşmaları hatırlatıyorlar.

DATIV GEITIV’te bir insan oğlunun bu dili öğrenebileceğine olan inancım yerle bir oldu: Brecht’in sözü benim de aklıma geldi. Tiyatro çalışmaları için şöyle bir şey söyledi: 1980’lerde cezaevine girdiğimde veri ve genetik bölümüne kadar Almanca öğrendim. Çünkü


Mansur Yavaş: Elden ele, gönülden gönüle yayılan Dayanışma Günlerimizin kapısı herkese açıktır.

Almanca bilmiyordu. Bir kitabımız vardı. Datif, genital kısma gelmişsin. Dativ genitiv kısmında, insanın bu dili öğrenebileceğine dair tüm inancım yerle bir oldu.

Nazem Hikmet “Dil devrimi yaptım, bütün yazıları attım” dedi: Nazım Hikmet de bundan çok çekti. Makale bahsinden çekildi. Bunu Rusça öğrenmeye çalışırken yaptı ve “Dilde devrim yaptım, tüm yazılardan kurtuldum” dedi. Ancak Avrupa Birliği maceramızda olduğu gibi Almanlar bunu kabul etmeye hazır değildi. Almak istemiyorlar, biz girmek istemiyoruz ama bu ülkenin bakanlığı var, orada çalışan yüzlerce bürokrat var. Biz garip bir ülkeyiz.

Şirketin görgü kurallarından, sanatından ve politik ayak izlerinden bazılarını açıklamaya çalışacağım: Bu program bana geldiğinde sadakatten bahsedecektim, bu yüzden bunun bir şaka olabileceğini düşündüm. Hayatta gerçeklerden başka hiçbir şeye sadık kalmayan biriyim. O yüzden buradan konuşayım, bakalım nereye varacak. 1970’lerin sonunda faşistler tarafından katledilen Bedrettin Kummert, bir sanat tarihi kitabı çevirmişti, belki hafızam beni yanıltıyor, kusura bakmayın, ‘Bir kunduracı bile sanattan bahsederken nazlanmalı’ derdi. Biraz edebiyat, sanat ve siyaseti anlatmaya çalışacağım.

Güce en çok ihtiyaç duyulan şey sadakattir dersek yanılmış olmayız: Sadakat tek başına pek bir şey ifade etmez. Başka kavramlarla anılmalıdır. Ya da diğer kavramların kendilerini anlatırken vazgeçemedikleri üç beş sabit kavramdan biri, en önemlisi zorbalık ve iktidardır. Gücün en çok ihtiyaç duyduğu şey sadakattir dersek yanılmış olmayız. Tüm enerjisini bizi sadık tutmaya harcıyor. Bu liste resmi ideoloji, kutsal, tabular, baba, kral, devlet, sınırlar, gelenek, görenek ve görenekler için uzayıp gidiyor. Tarihin başlangıcından beri böyledir.

Tanrı ve Şeytan’la bir oldular ve bir peygamberin işlevini sadakatle deneyimlediler: İşte Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi yürürlüğe giriyor. Bakalım kutsal bir cümleden bahsetmeden cümle kurabilecek miyim? Tarihin en eski zamanlarına gidiyoruz, Tanrı ve Şeytan bir oldu, Eyüp Peygamber’i dürüstlükle sınadı. Bu memlekette bundan daha nice yargılamalar, cezalar, hapisler, küfürler var… Bakın samimiyetsizlikten bahsediyoruz. Tanrı ve Şeytan bir olur, Peygamber’in sadakatini sınar ve dünyaya acı çektirir.

Bu acıya karşı Ermeni halkı adına konuşacağım: Bu toprakların çektiği en büyük acılardan birine değineceğim ve bu acıya karşı Ermeni halkı adına konuşacağım. Resmi tarihin bu acıya karşı savunması çok ilginç. Sadakatle başlar. Hepinizin hatırlayacağı iki kelime. Ümmeti samimi -a. O tarihe kadar Ermeniler, pogromlara, yıkımlara, büyük acılar ve tehcirlere maruz kalana kadar sadık bir millet olarak anıldılar. Dürüstlükle hizmet ettiklerinde iyiydi, sadakatten vazgeçtiler, bu yüzden başlarına gelenleri hak ettiler. Gücün ne kadar sadakat gerektirdiğini görün. Bu iki sözle onların efendisi oluyoruz, demeden onlar bizim sadık kullarımız oluyorlar. Hemen bir iş tanımı var. Hiyerarşinin en çok ihtiyaç duyduğu şey sadakattir. Sadakat ilişkisini kuramazsanız hiyerarşi olamaz.

Filmin sonuna kadar yaşamıyorlar. Böyle bir film Türkiye’de final yapamaz: Bizim sinemamızdaki filmlere köy filmleri denir; Bir kadın bir tiran ya da orospu Bizans tarafından tırnak içinde tecavüze uğrar. Bu şartlar altında bile herkes beni affediyor ve başka türlü ifade edilemez.Özür dilerim.Yediğim ilk pul “orospu” puluydu. Ve filmin sonunda herhangi bir “fahişe” görmeyeceksiniz. Filmin sonunda yaşamıyorlar. Böyle bir film Türkiye’de final yapamaz. Tıpkı gerçek hayattaki kadın cinayetleri gibi, bir an önce kurtulması gereken bir şey. Üstelik bu erkek egemen dünya görüşü her gün kopyalanmakta ve dolaşıma sokulmaktadır. Cahilce anlatılmaya çalışılan, masum sanılan ya da yönetmenin ya da yazarın ne kadar iyi niyetli olduğuyla örtbas edilmeye çalışılan şeyler her gün hayatımıza bu tür bir müzik setini sokuyor. Sadakat konusunda bir şey daha söylememiz gerekiyor. Erkeklik ideolojisinin en çok ihtiyaç duyduğu şey budur. Ve her gün utanmadan ayaklar altına alıyor. Yani sadakat henüz büyük bir anlaşma gibi görünmüyor.

Atatürk, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek barış mesajı göndermedi: Dün bu şehre geldim. Gündoğdu Meydanı’ndaydım. Nevruz kutlaması. Orada konuşmacı olarak bulundum. Vefa bahsi yüzünden oraya gitmezsek ayıp olur. Öncelikle İzmir Ekonomi Konferansı’ndan bahsetmek gerekiyor. İzmir Ekonomi Konferansı, yurtta sulh, cihanda sulh kelimesinin ilk ya da ikinci kez kullanıldığı yerdir. Ben tarihçi değilim, farklı yorumlar var. Ulusal sözleşmeden daha azı kabul edildi ve tüm Batı’ya Ortadoğu’daki hesaplarınızla bağlantılı olmadığımız söylendi. Atatürk aslında “Yurtta sulh cihanda sulh” diyerek bir barış mesajı göndermemiştir. Bu benim fikrim. Yani orada sizin hesabınıza bağlı değiliz, Osmanlı’dan aldığımız bu krediyle yağımızda kızarırız dedi ve karşılığında yüz yıl avans aldı. Bu yüzyılda ülkeyi bu sözle buraya getirdik.

Ortadoğu’daki bütün insanlar öldürüldüğünde bir tatilde konuşuyordum: Başlangıçta konseptimiz yavaş yavaş tek bir konsepte indirgendi. Bir kişiye indirgenebilmeleri için, bizim dışımızda düşman olanlardan biri veya bir kısmı olmalıdır. Bu hayatın doğasıdır. Bu da yapılmıştır. Tüm Ortadoğu halkları tarafından kutsal sayılan ve marjinal bir kesimin çok değer verdiği bir bayramdan bahsediyordum. Ancak Türkiye’de kısa bir resmi geçmişi var. Baştan söylemek istiyorum, Zinhar yasaktı. Kürt yoktu, yasaktı. Kurt dağ kartında yürür. O zaman Nevruz diye bir bayramları yoktu. Asur kralı yoktu. Demircilik efsanede yeterli değildi. Sonra Nevruz olabilir dediler, çünkü 91 ve 92’de, 31 ve 94’te Nevruz kutlamaları sırasında gelişigüzel ateş açılması sonucu yanılmıyorsam 31 ve 94 kişi öldü.

Onun etkisi ve vizyonunun çok ötesindeki gücüyle başlayacağını düşünüyorum: Sadakat sınırlar gerektirir. Sınır çizer. Çizilebilir bir şey olduğu için sınırları silinebilir bir şey olarak görebiliriz. İzmir Belediyesi’nin bu çok nitelikli adımının kendi vadisini oluşturmak olduğuna ve bu vadiden aktığına, yönünün tüm yurda uzandığına ve giderek bölgesel bir kimlik kazandığına gerçekten inanıyorum. Burada İzmir halkına, cumhurbaşkanına, yöneticilerine çok iş düşüyor. İnanıyorum ki Sayın Tunç Soyer ve tüm katkılarınız, aşikar etki ve güçlerinin çok ötesinde bir başlangıç ​​yapıyorlar.”

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

Yorum yapın