Türk sanatının en başarılı olduğu süsleme dallarından biri kuşkusuz çiniciliktir. Tuğla dış süslemeye renk katmak amacıyla serpiştirilen sırlı tuğlalarla başlayan bu bezeme türü, İran’da çok geç dönemlere kadar bir dış süsleme ögesi olarak kalmıştır. Oysa Anadolu’da zamanla iç bezeme ağırlıklı bir sanata dönüşmüştür. Anadolu’da Selçuklu Dönemi’nde mozaik çini geleneği çok gelişmiş ve Konya, Kayseri, Sivas gibi merkezlerde en başarılı örneklerini vermiştir. Osmanlılarda da başlangıçta mozaik tekniği yer yer kullanılmışsa da yeni teknikler denenmesi yeğlenmiş ve çinicilik çok farklı bir yönde gelişmiştir.
Tek renkli çini levhaların kullanıldığı örnekleri, Osmanlı mimarisinin en erken dönemlerinden başlayarak saptayabiliyoruz. İznik’te 1335 tarihli Orhan İmareti’nde yapılan kazılarda, tek renkli çini levha parçaları ve bunların kullanıldıkları yerleri gösteren izler bulunmuştur. Böyle monokrom levhaların daha sonraları Bursa’da Yeşil Cami, Yeşil Türbe ve Medrese’de, Muradiye Camii ve Medresesi’nde çok geniş ölçüde kullanılmıştır.
Altıgen çini levhaların bazen altın yaldızlı bezemeler taşıdığını görürüz. Bursa’da 15. yüzyılın ilk yarısında, Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’de yer yer silik olmakla birlikte merkezi bitkisel kompozisyonlara süslü bu türden çiniler buluruz. Yine aynı yılların eseri olan Edirne’deki Şahmelek Camii’nde de böyle çiniler bulunmakta idi. Bunlar kısmen kaybolmuş, kalanların da üzerlerindeki süslemeler silinmiştir. Altın yaldız bezemeli çinilerin biraz daha geç örneklerini İstanbul’da Çinili Köşk’te buluyoruz. K.Otto-Dorn bu çinilerin altınla bezendikten sonra tekrar pişirildiğini ileri sürer. A. Lane ve K. Erdmann’a göre ise altın sadece yapıştırılmıştır. Süslemelerin çoğunun silinmiş olması, bu son görüşü desteklemektedir.
Selçuklu Dönemi’nde çok geniş ölçüde uygulandığı gördüğümüz mozaik çini tekniğini, erken Osmanlı sanatında daha az ve farklı bir zevkin temsilcisi olarak buluyoruz. Bursa’da Yeşil Cami’nin alt kattaki mahfillerinin kuzey duvarındaki pencerelerin soffitlerinde, rumi ve hatailerden bir pano ve yazılı çerçevesiyle Osmanlı mozaik çinilerinin en zengin örneklerinden biri bulunmaktadır. Yeşil Türbe’de de pencere soffitleri mozaik çinilerle bezenmiştir. Aynı yapıda portal iç kemerinin soffiti kısmen mozaik, kısmen de renkli sır tekniğinde çinilerle kaplıdır. Mozaik çininin kullanıldığı yerin seçimi dikkatimizi çekmektedir. Işığın az olduğu soffit, kemer içi gibi yerlerde, renkleri daha canlı olan mozaik çini tercih edilmiştir.
Yine Bursa’da Muradiye Camii’nin cephesinde mozaik çinilerin güzel örneklerini buluyoruz. Girişteki Bursa kemerinin köşeliklerinde rumi ve hatailerin birlikte kullanıldığı zengin bir kompozisyon yer almaktadır. Aynı türden çiniler, yine bu cephede pencere alınlığı süslemesi olarak kullanılmıştır. Öteki alınlıklarda ise geometrik bezeme tercih edilmiştir. Mozaik çini, 15. yüzyılın ortasından sonra Osmanlı sanatında pek az kullanılmıştır. Son örneklerinin en güzellerini İstanbul’daki Çinili Köşk’ün eyvanında buluruz. Burada hatailerin, rumilerin ve kufi yazının birlikte kullanıldığı zengin bir kompozisyonla karşımıza çıkmaktadır.
15. yüzyılda seramik kaplarda sık sık karşılaştığımız mavi-beyaz sıraltı tekniğini az da olsa duvar çinilerinde de buluyoruz. Eserleri incelerken görebileceğimiz gibi, bu teknikteki çiniler, renkli sır tekniğindeki çinilerle birlikte, adeta onları desteklercesine kullanılmıştır.
Erken Osmanlı çinilerinde ağırlığı, kuşkusuz renkli sır tekniğindeki çiniler oluşturmaktadır. Bu teknikte renkler, kullanılan sırlarla sağlanmıştır. Renkleri ayıran çizgiler ise, fırınlama sırasında kabararak renklerin birbirine akmasını önleyen bir malzeme ile çizilmiştir. Sanatçıyı zorlayan teknik zorluklardan biri, sırların birbirine akmasını önlemekti. İkinci zorluk ise, farklı renklerdeki sırların içerdikleri minerallerin ideal fırınlanma sıcaklıklarının farklı oluşundan kaynaklanır. Bütün bu güçlüklerin üstesinden gelen ustalar, geleneksel motif dağarına büyük ölçüde bağlı kalmışlardır. Alanların çepeçevre konturlanması gereği, desene belirgin bir hantallık getirmiştir. Buna karşın yine de çok hareketli çizgilerle, hatta Çelebi Sultan Mehmet’in Yeşil Türbe’deki lahdinde olduğu gibi gölgeli renklerle, çok başarılı örnekler meydana getirilmiştir. Renkli sır tekniğinin uygulanması 1550 yıllarına kadar sürdürülmüş, bu tarihten sonra ise bu teknikteki çalışmalar bıçakla kesilircesine sona ermiştir.
Osmanlı sanatında renkli sır tekniğindeki çinilerin ilk örnekleri Bursa’da Yeşil Cami ve Külliyesi’nde karşımıza çıkmaktadır. Monokram levhaların çevresindeki basit bordürlerden, türbe ve caminin mihraplarındaki karmaşık desenlere kadar, külliyenin çini süslemesinin büyük bölümü bu tekniğin çeşitli uygulamalarıdır. Renkli sır tekniğinin renk skalası firuze mavisi, lacivert, sarı ve açık yeşilden ibarettir. Buna yer yer kırmızı konturlar ve altın yaldız eklenmiştir.
Bordür çinilerinin bir merkezde topluca hazırlanarak getirildiği, tekrarlanan desenlerinden anlaşılmaktadır. Aynı desenin, Edirne’deki Şahmelek Camii’nden Edirne’deki Muradiye Camii’nin, Bursa’daki Muradiye Külliyesi’nin ve Yeşil Külliyesi’nin çeşitli yapılarına kadar aynen tekrarlanması böyle bir fabrikasyonu işaret eder. Yeşil Cami çinileri, usta kitabeleri taşımaları bakımından da önemlidir. Mihrapta çiniye işlenmiş olarak “Ameli üstadan-ı Tebriz” yazısıyla çini ustalarının Tebriz’den geldiği belirtilmekte, Hünkar mahfili çinilerindeki “Ameli Muhammed Mecnun” yazısı ile ise çinicileri yöneten ustanın adı bildirilmektedir. Bu, duvar çinilerinde usta kitabesi saptadığımız tek örnektir.
Yeşil Cami çinileri denildiğinde hemen mihrap çinilerini düşünürüz. Oysa daha ilginç olanlar, maalesef her ziyaretçiye gösterilemeyen Hünkar Mahfili çinileridir. Burada sanatçı, geometrik süslemenin hakkını tam olarak vermiştir. Sekiz kollu yıldızlar ve aralarında yer alan sekizgenlerden oluşan ana şema, mahfilin tüm yüzeylerinde tekrarlanmıştır. İlk anda dikkati çekenler eyvan biçimli mekanın duvarlarında yer almıştır. Biraz dikkat edince tavanda da aynı şemanın tekrarlandığını, duvarlarla tavanı birleştiren mukarnasların izdüşümünde de aynı desenin uygulandığını görürüz. Ayrıca, mahfilin ana mekana açılan tarafındaki çini korkuluklarda da aynı geometrik desen tekrarlanmıştır. Normal olarak namaz kılmaya ayrıldığı için halı ile örtülü olan döşemenin süslemesini görmek ise biraz meraklı olmaya, biraz da rastlantıya bağlıdır. Rahmetle anmak istediğim meslekdaşım Prof. Dr. Şerare Yetkin, hem meraklı ve dikkatli hem de şanslı olduğundan, döşemede de aynı sekiz kollu yıldız şemasının tekrarlandığını görmüş, son yayınlarından birinde bu konuya yer vermiştir.
15. yüzyılın ilk yarısına ait çinilerin başyapıtları arasında ön planda gelenler ise kuşkusuz Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’nin mihraplarıdır. Bunlar, bambaşka bir kategorinin eserleridir. Burada çiniler basit düzlemleri değil, eserin plastik formlarını süsleyen özel elemanlar niteliğindedir. Mukarnas, sütunce, silme gibi mimari elemanlar yanı sıra yazı ve bezemelerin de plastik değerleri belirtilmiştir. Çiniler eserdeki belirli yerleri için özel yapımdır. Bursa’daki Yeşil Cami ve Yeşil Türbe mihrapları yanısıra Yeşil Türbe portalinde de gördüğümüz bu özellikler, Edirne’nin en önemli çinili yapılarından biri olan Muradiye Camii’nin mihrabında da karşımıza çıkmaktadır. 15. yüzyılın ilk yarısına ait çiniler arasında seçkin bir yeri olan Muradiye Camii mihrabında, renkli sır tekniği ile mavi-beyaz sıraltı tekniğinin kaynaştığı çiniler bulunmaktadır. Birbirinden çok farklı bu iki tekniğin çerçevelerdeki mukarnaslarda tek çini levha üzerinde birlikte uygulanması son derecede dikkat çekicidir. Sekizli yıldızlar ve sekizgenlerden oluşan geometrik geniş bordürde ve mihrabın mukarnaslı kavsarasında mavi-beyaz çiniler; köşeliklerde ve niş içinde ise sarı ve yeşil rengin egemen olduğu renkli sır tekniğinde çiniler kullanılmıştır. Mihrap nişinin çinilerindeki girift örgülü desenler, yapının ilk dönem kalem işlerinde de tekrarlanmıştır.
Muradiye Camii’nin ilk yapısı ile yaşıt olduğu anlaşılan mihrap çinileri yanı sıra, duvarlarını süsleyen mavi-beyaz altıgen çiniler de çok ilginçtir. Bunların kısmen, yapının ilk döneminden kalma kalem işlerinin üzerinde yer alması, daha geç bir dönemin eserleri oldukları savının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Oysa, serbest fırça çalışması ile pek çok değişik desende hazırlanan bu çiniler teknik ve süsleme özellikleri ile Muradiye Camii’nin çağdaşıdırlar. Bu yüzden, başka bir yapı -belki Edirne Sarayı- için hazırlananan çinilerin kullanımdan arta kalan bölümü olabilir.
Renkli Sır Tekniğinin Devamı
Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nden kalma çok önemli çinili örnek tanımıyoruz. Bu dönemin önemli yapılarından Çinili Köşk’ten mozaik çinileri ve altın yaldızlı levhalar dolayısıyla kısaca bahsetmiştik. Yapının eyvanında yer alan iri sülüs yazılı kuşakta ise renkli sır tekniği kullanılmıştır. II. Bayezit Dönemi yapıları genellikle sade yapılardır ve çiniye bunlarda pek yer verilmemiştir. Oysa 16. yüzyılın ilk yarısında, özellikle başkent İstanbul’daki yapıların süslenmesinde renkli sır tekniğindeki çinilerin çok başarılı örneklerini buluyoruz.
1465-1478 yılları arasına tarihlenen Topkapı Sarayı Arz Odası’nın cephesindeki simetrik konumda yerleştirilmiş iki panoda, rumi ve hatailer sonsuz düzende tekrarlanmıştır. İstabul’daki Sultan Selim Külliyesinin haziresinde yer alan iki türbe renkli sır tekniğindeki çinilerin 1520’li yıllarda yapılmış ilginç örneklerini sergiler. Yavuz Sultan Selim Selim Türbesi’nin cephesinde halıyı andıran büyük pano halindeki çiniler renkli sır tekniğinin güzel örneklerindendir. Bu türbenin karşısında yer alan Şehzadeler Türbesi’nde ise farklı bir uygulama dikkatimizi çeker. Yapının taş cephesine altıgen çiniler balpeteği düzeninde kakma olarak yerleştirilmiştir. Kar çiçeğini andıran desenleri birbirinin eşi ise de farklı renklendirme ile ilginç bir görünüş sağlanmıştır.
Renkli sır tekniğindeki çinilerin İstanbul dışındaki örneklerini ise Bozüyük’teki Kasım Paşa Camii’nde buluyoruz. Cephedeki pencere alınlıkları yanı sıra, minberin yan üçgenleri de çinili oluşları ile değişik bir uygulamayı sergilemektedir. Renkli sır tekniğindeki çinilerin son örnekleri İstanbul’daki 1543 tarihli Şehzade Mehmet Türbesi’nde bulunmaktadır. Osmanlı sanatında terk edilen bu teknik, İran’da ve Orta Asya’da yakın tarihlere kadar kullanılmaya devm edilmiştir.
Sıraltı Tekniği
16. yüzyıl ortasından başlayarak Osmanlı çinilerinde büyük bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim hem teknikte hem de desen anlayışında hemen hemen birlikte, ayrı tarihlerde ortaya çıkmıştır. İlk anda daha çok göze çarpan, teknikteki değişimdir. Yüzyıllardan beri geniş çapta uygulanmakta olan renkli sır tekniğinden 16. yüzyılın ortasında tamamen vazgeçilmiştir. Renkli sır tekniği, az sayıda renkle yetinilmesini, çift kontur zorunluluğu yüzünden desenlerde de belli bir kabalığı getiriyordu.
Sıraltı tekniği, aslında 15. yüzyılda daha çok seramik kaplarda kullanılan, ama duvar çinilerindeki örneklerini de sırası geldikçe tanıttığımız mavi-beyaz örneklerle Osmanlı sanatında ilk ürünlerini vermişti. Zamanla buna katılan açık mor, firuze mavisi, kirli bir yeşil gibi renkler 16. yüzyılın ilk yarısı içinde ortaya çıkmıştı. Bu tekniğin karakteristik renk ve desenlerinin ortaya çıkması için yüzyılın ortasını beklememiz gerekmektedir.
Sıraltı tekniğinde, genellikle beyaz hamurlu olan çininin beyaz zemini adeta kağıdın boyanması gibi fırça ile renklendirilmektedir. Burada, süsleme sanatlarımızdaki geleneksel yöntem kullanılarak, iğne ile delinmiş kalıplardan faydalanılarak desen daha önce bir kez fırınlanmış çini üzerine çizilmektedir. Daha sonra konturlar fırça ile işlenmekte, zemin ya da desenler daha sonra yine fırça ile boyanmaktadır. Bu işlemden sonra saydam bir sır ile kaplanan çini, tekrar fırınlamaktadır. Bu yöntemle çalışılarak, sanatçının desen dağarındaki bütün desenler çiniye işlenebiliyordu. Deseni önceden çizmeden serbest elle yapılan çalışmalar da bulunmakla birlikte, bunlar ancak küçük bir azınlığı oluştururlar.
Sıraltı tekniğinin sanatçıya getirdiği desen olanakları, Osmanlı çinilerini haklı ünlerine kavuşturmuştur. Geleneksel rumi ve hatai motiflerine, geometrik süslemeye ve yazının dekoratif kullanımına, doğadaki motif ve biçim dağarının geniş ölçüde kullanımı eklenince, çeşitlilik inanılmaz ölçülere varmıştır. Desen zenginliğini destekleyen bir husus da renk dizisindeki büyük farklılaşma olmuştur. Renkli sır tekniğindeki soluk yeşilin yerini zümrüt yeşilinin derinliği almıştır. Özellikle bitkisel dekor için olmazsa olmaz sayabileceğimiz kırmızı da 1550’lerden itibaren nefis bir mercan rengi olarak çinilerin kalitesini yükseltmiştir. Bu renk kabarık olması dolayısıyla daha da dikkat çekici bir görünüşe sahiptir.
Çini hamurunun duru beyazlığı, renksiz saydam sırın temizliğiyle desteklenmiştir. Çini ve keramiğin her dönem ve teknikte sevilen ve başarı ile uygulanan kobalt mavisi, firuze ve patlıcan moru gibi renkleri ise bu yeni teknikte de yerlerini korumuşlardır. Bu renk çeşitliliği, sıraltı tekniğinde tarama, noktalama gibi fırça oyunlarının rahatça kullanılabilmesi sayesinde daha da artmıştır. Bütün bu teknik ve malzeme olanakları, Saray Nakkaşhanesi’nin usta sanatçılarının hazırladığı özgün desenlerle birleşince, dünyanın bugün bile hayranlıkla izlediği Osmanlı çinileri ortaya çıkmıştır.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın