16. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı çinilerinin başlıca yapım merkezi İznik olmuştur. Çinilerde uygulanan desenler saray nakkaşhanesinde üretilmiştir. Kitap süslemelerinde ya da kalem işlerinde kullanılan motif dağarı ile çinilerdekiler arasında önemli paralellikler vardır. Klasik dönem Osmanlı çinilerinin sadece bir listesini yapmak bile bu sayfaların sınırını aşacaktır. Bu yüzden motif ve kompozisyon çeşitlerini tanıtmak ve az sayıda örnekle açıklamak istiyoruz.
İslam sanatında figürlerin kullanımına sınırlı ölçüde yer verilmiştir. Osmanlı döneminde bu sınırlamanın aşılmamasına özenilmiştir. Kitap sanatındaki konuları açıklayıcı minyatürler dışında, insan tasvirine yer verilmemiştir. Bu özen, çinilerde belli desen gruplarını ön plana geçirmiştir. Yazı, Osmanlı çinilerinde erken dönemlerden başlayarak önemli bir yer tutmaktadır. Çinilerde kitabe niteliğindeki yazılara pek az rastlanmaktadır. Buna karşılık, dini konulu metinler, başta Kur’an-ı Kerim’den bölümler olmak üzere camiler, özellikle dini yapılarda yer alır.
Erken dönemlerde belli bir şemanın gerek çinilerde, gerekse kalem işlerinde sık sık tekrarlandığını görürüz; bir satır kufi ve bir satır nesih yazı rumili kıvrık dallardan bir zeminin üzerine oturtulmaktadır. Bu şemadan klasik dönemde vazgeçilmiş, az sayıda bitkisel motifle zenginleştirilmiş bir zeminde, genellikle sülüs yazılara pencere alınlıklarında ya da yapıyı çep çevre dolaşan frizlerde yer verilmiştir. Bu arada ilginç istiflere de yer verilmiştir.
Motif Dağarcığı
Süleymaniye Külliyesi, çinide birçok ilke ev sahipliği yapmıştır. Sıraltı tekniğindeki çinilerin erken örneklerinden olan çok grift istifli yazıları, İstanbul’daki Süleymaniye Camii’nin mihrap duvarındaki yuvarlak madalyonlarda buluyoruz. Burada yazılar, ortada hasır gibi örülmüştür. Yine Süleymaniye Camii, kabarık kırmızı rengin de ilk örneklerinin görüldüğü yapılardandır. Doğaya dönüşe öncü sayabileceğimiz bir örnek de burada yer almıştır; beyaz Çin bulutlarının doğadaki görünüşlerine uygun şekilde firuze mavisi, zemin üzerinde yer aldığı bordür benzerleri arasında seçkin bir yer tutar. Naturalist eğilimin aynı külliye içinde yer alan Hürrem Sultan Türbesi’ndeki konumuna ise ayrıca değineceğiz.
İslam sanatının en yaygın süsleme grubunu oluşturan geometrik süslemelere Osmanlı çinilerinde oldukça az yer verildiği dikkati çeker. Buna karşılık geleneksel Osmanlı süslemesinin vazgeçilemeyen ögelerinden rumiler, çinilerde büyük ölçüde temsil edilmektedir. Bitkisel geleneksel süslemenin önemli bir bölümünü hatai grubu desenler oluşturur. Burada hatainin belli tek bir motif olmadığını, Doğu Asya’dan alınan üsluplaştırılmış şakayık, nar, nar çiçeği gibi bitkisel ögelerin iri palmetlerle birlikte kullanıldığı bir süsleme biçimi olduğunu belirtmek isterim. Hatai, bezemeyi çok kez yalnız başına oluşturmaktadır.
Bunun yanısıra, sık sık bir başka geleneksel motif grubu oluşturan rumilerle bir kompozisyon içinde birleştirilmiştir. Bu düzen, Osmanlı süsleme sanatlarının hemen hemen bütün dallarında karşımıza çıkar.
16. yüzyıldan başlayarak özellikle kitap sanatında görülen bir bezeme tarzının daha Osmanlı sanatına girdiğini görüyoruz. Bu kıvrımlar oluşturan iri yapraklar ve saplarının egemen olduğu saz üslubudur. 16. yüzyıl çinilerindeki tipik bir örneğini Rüstem Paşa Camii’nin çinilerinde görebiliriz. Saz üslubu ayrıca hatai grubunun motifleriyle birlikte sık sık karşımıza çıkar. Ayrıca hayvan figürleri ile de kaynaşmıştır. Topkapı Sarayı Sünnet Odası’nın cephesinde firuze katkılı mavi-beyaz çini panolarda geleneksel bitkisel motiflerin oluşturduğu cennet bahçesinde ceylanlar dolaşmakta, kuşlar tünemektedir. Bu, Osmanlı çini sanatı için alışılmadık, ancak saz üslubu için tipik bir görünüştür. 16. yüzyıla ait bu örneklerdeki desenlerin daha geç tarihlere ait benzerlerini yine Topkapı Sarayı’nın Bağdat Köşkü’nde de buluyoruz.
Naturalist bitkisel desenler, Osmanlı çini sanatına 16. yüzyılın ortalarında ilginç bir şekilde teknik değişimle, sıraltı tekniği ve kırmızı kabarık renkle birlikte girmiştir. Osmanlı sanatında daha önce de bitkisel dekora geniş ölçüde yer veriliyordu. Ne var ki bunlar, doğadaki görünümleriyle ilişkileri tartışılabilecek basit çiçeklerdi. Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısından başlayarak çiniler, isimleri ile tanımlanabilecek çiçeklerden ve bazı ağaçlardan oluşan zengin bir floraya sahip olmuşlardır.
Osmanlı sanatında ve kültüründe ön planda gelen bazı çiçekler vardır. Bunların en ünlüsü laledir, oysa sanattaki kullanım sıklığı ve süresi bakımından gül çok daha daha yaygındır. Karanfil ve sümbül ise bu çiçekleri izlemektedir. Aşağıda çinilerde görülen bitki çeşitlerini sıralarken, az bilinen bazı türlere de yer vermeye çalıştık.
Bahar açmış meyva ağacı motifi, 16. yüzyıldan başlayarak Osmanlı süsleme sanatlarının en sevilen motifleri arasına girmiş, duvar çinilerinde de çeşitli boyut ve düzenlemeler içinde işlenmiştir. Hangi meyvanın baharının söz konusu olduğunu söylemek biraz güçtür. En erken örneklerini Hürrem Sultan Türbesi’nde köşeliklerdeki dallarda buluyoruz. Yaprakların ve çiçeklerin durumuna göre pek çoğuna erik ya da kiraz baharı diyebiliriz. Rüstem Paşa Camii son cemaat yerindeki panoda, gelişmiş yapraklar arasında bulunmasına bakarak elma baharı tanımı yapılabilir. Olgunlaşmış meyvaların bulunduğu Edirne Selimiye Camii Hünkar Mahfili’ndeki elmalı pano bu savımızı güçlendirmektedir. Bahar açmış meyva ağacı, birçok örnekte ilkbahar çiçekleri arasında doğal haliyle betimlenmiştir. Doğaya aykırı uygulamalar arasında, rumi ve hatailerle doldurulmuş bir zeminin ortasındaki büyük vazolara bahar dallarının yerleştirildiği Rüstem Paşa Camii mihrabını hatırlayalım. Birçok yerde ise küçük alanlarda bahar açmış dalları izleyebiliyoruz.
Çinilerde oldukça sık gördüğümüz öteki ağaç selvidir. Sanatın tüm dönem ve çevrelerinde, özellikle sonsuz yaşamı simgeleyen bir motif olarak kullanılan selvi, Osmanlı çini sanatında da revaçtaki bir motif olmuştur. Büyük panolarda ana eksen veya hakim eleman olarak yer almış, zaman zaman iki üç tanesi bir panoda yanyana sıralanmıştır. Özellikle 16. yüzyıl sonlarında ve 17. yüzyılda sayısız denebilecek kadar örneklerini bulabiliriz. İlk akla gelenler arasındaki Topkapı Sarayı haremindeki veliahd dairesi, Ayasofya Kütüphanesi, Eyüpsultan Türbesi çinilerini hatırlatalım. Birçok örnekte bu selviler asma kıvrımları arasında betimlenmiştir. Küçük selvileri ise süpürgelik çinilerinde ayırıcı motif olarak görebiliriz.
Asma kıvrımları, selviler çevresinde adeta sarmaşık niteliğindedir, bunun istisnalarını görmek ise olası. İstanbul’daki Takkeci Camii’nde dikkati çeken bir çini panoda, birbirine paralel uzanan kıvrık dallardan dönüşümlü olarak birinin asma yaprakları ve üzüm salkımları, biri meyva baharı ile yüklü olduğunu görürüz. Burada çok farklı kültürlerin süslemesinin birbiriyle ilginç bir şekilde bağdaştırıldığını görüyoruz. Üzüm salkımı ve asma yaprağı İlk Çağ’da, özellikle Helenistik sanat ve onun etkilerini taşıyan çevrelerin sevilen süsleme ögeleridir. Buna karşılık, bahar açmış dallar 16. yüzyıl ortalarında işlenmeye başlayan bir naturalist ögedir. Böyle birleşimler Osmanlı çini sanatının başka ögeleri arasında da uygulanmıştır.
Naturalist bitkisel süslemede ağırlık, özellikle ilkbaharda açan çiçeklerdedir. Bu çiçekler bazen bir vazo içinde görülmekle birlikte, daha sıklıkla bir bahçede topraktan çıkar durumdadırlar. Böyle durumlarda aralarından yükselen bahar açmış bir meyva ağacı kompozisyonunun tamamlayıcısı olmaktadırlar. Örnekleri başta İstanbul Rüstem Paşa Camii, Edirne Selimiye Camii olmak üzere pek çok 16. yy. yapısında bulunmaktadır.
Çiçeklerin çeşitleri üzerinde özellikle durmak istiyorum. Lale, gül, karanfil ve sümbül, en çok tasvir edilen çiçeklerdir. Bu dört çiçeğin birlikte sonsuz düzende kullanıldığı güzel bir örneği Sultanahmet Camii mahfilindeki çinilerde görebiliriz. Osmanlı kültüründe en çok üzerinde durulmuş olan çiçek laledir. 16. yüzyıl ortalarından başlayarak Osmanlı çinilerinde karşımıza çıkıyorlar. Lale, ilkbahar çiçeklerinin topluca bulunduğu panoların olmazsa olmaz ögesidir. Çok çeşitli şekillerde çizilmiş ve boyanmışlardır. Beyazdan kırmızıya ve laciverte kadar çinilerdeki tüm renklerde, tarama, beneklerle bezenme, gölgelendirme gibi yöntemlerle boyanmışlar, çeşitli açılardan çizilmişlerdir.
Lale, bu doğal çevresindeki tasvirleri yanı sıra, rumi ve hatai gibi geleneksel motiflerin arasında bordürlerde, sonsuz düzendeki yüzey bezemelerinde sayılamayacak kadar zengin bir kompozisyon çeşitliliğinin baş ögelerindendir. Bu zenginliği izlemek için sadece İstanbul’daki Rüstem Paşa Camii çinilerine bakmak bile yeter. Gül, bütün çiçekler arasında bütün çevrelerin ve dönemlerin sanatında en yaygın kullanımı sergiler. Bu durum Osmanlı çinilerinin klasik dönemi için de geçerlidir. Gül fidanları, çeşitli açılardan çizilmiş gonca ve açılmış güller çini sanatına büyük bir zenginlik sağlar. Gül de lale gibi sık sık geleneksel motiflerin arasına karışarak birlikte kullanılmıştır.
Karanfil, Osmanlı süsleme sanatına 16. yüzyıl ortasından da önce girmiştir. Çinilerde ise, lale ve güle göre daha belirgin şekilde stilize edilerek girmiştir ve geleneksel motiflerle birlikte işlendiği uygulamalar ön planda gelmektedir. Sümbül, sap üzerindeki konumu ve kıvrımlı formu ile çiçekli kompozisyonlara hareket sağlayan bir öge olmuştur. Daha az karşılaştığımız bazı bitkiler üzerinde de kısaca duralım. Bazı motiflerin tanımlanmasında değişik fikirler ortaya atılmıştır. Rüstem Paşa Camii son cemaat yerindeki çini panoda bulunan yuvarlak motiflerin nar olduğu ileri sürülmüştür. Oysa bunlar bir ağacın üzerinde değil, kısa bitkilerin üzerinde yer almıştır ve afyon kozasıdırlar. Birbirine benzer şekillerde çizildikleri için küpe çiçeği ve zambak ayırımını yapmak güç olmaktadır. Çiğdem ve Manisa lalesini ise laleden ayırt etmek için saplarının konumuna ve yeşil yapraklarının biçimine dikkat etmek gerekmektedir.
Nergis, bir saptan çıkan altı taç yapraklı birkaç çiçekten oluştuğu için oldukça kolay ayırt edilebilir. Yine kolay tanımlanabilen süsen (iris) 16. yüzyılda örneğini az bulduğumuz, 17. yüzyıl çinilerinde ise sıkça betimlenen bir çiçektir. Kokulu menekşe, ağaç veya büyükçe çalıların gölgesinde, kendini pek de göstermeyen, adeta gizlenen bir bitkidir. Bu özelliğine karşın, güzel kokusu ve güzel mor rengi ile her zaman sevilmiştir. Sanatımıza yansıması da, bahçelerdeki konumunu andırır. Büyük bitkilerin altına adeta sığınmış, aranmadıkça fark edilmeyen, ama desende kalan boşlukları doldurma görevini hakkıyla yerine getiren bir halk çocuğu gibidir. Çinilerde genellikle büyük panoların alt bölümlerinde, topraktan fışkıran bitkilerin arasında yer alırlar. Ayrıca vazo içindeki çiçek gruplarında aşağı doğru sarkarak boşlukları dolduran örnekleri vardır.
Yürek biçimindeki yaprakları, asimetrik ve bir köşesinde mahmuzu bulunan çiçeği ile tanımlanması pek kolaydır. Takkeci Camii ve Üsküdar Atik Valide Camii çinilerinde güzel örnekleri vardır. Ama sadece bir yerde, Edirne Selimiye Camii Hünkar Mahfili’nin halkın gözlerinden korunmuş atmosferi içinde küçük bir madalyonun ana motifi olarak işlenmiştir.
Genel Süsleme Prensipleri
Çinilerde, genellikle klasik Osmanlı süsleme sanatının kompozisyon prensiplerine uyulmuştur. Büyük panoların birçoğunda simetri kuralına uyulmuştur. Ne var ki, doğaya yaklaşıldıkça bu prensipte de doğallaşmaya doğru bir eğilim oluşmuştur. Ana ekseni oluşturan eğer bir selvi ise simetri pek de sorun çıkarmaz, ama eksen bahar açmış bir ağaç ya da gül fidanı ise dalların doğal durumlarına daha fazla uyulmuş, sanal simetri diyebileceğimiz bir durum doğmuştur. Motifin ana kitlesi pano içinde kabaca simetrik bir alanı kaplamakta ise de, dalların ve çiçeklerin durumu ve dağılışı simetrik değildir. Aynı şekilde çevrede dolgu sağlayan bitkiler de sadece ilk bakışta simetrik olduğu halde benzerlik tam değildir.
Sonsuzluk da birçok hallerde uyulan bir prensiptir. Çinilerde bu, oldukça küçük levhalarda tekrarlanan motiflerle sağlanmıştır. Küçük vazolar içinde çiçekler, tek motiflerin tekrarlanması bu sonuca götüren uygulamalardır. Küçük şemseler içinde çiçekler, rumiler ya da bunların alternatif kullanımı sık sık görülür. Büyük panolarda sonsuz tekrarlanan motifler yanı sıra merkezini bir şemse, yuvarlak madalyon, vazoda çiçekler gibi ögeler kullanılmıştır. Bu merkezi motifin çevresinde ise zeminin hatai, rumi gibi geleneksel motiflerle ya da bahar dalları ile doldurulduğunu görürüz. Genellikle boş bırakılan alanlar ile bezeme arasında iyi bir denge sağlanmıştır.
Klasik Dönemden Sonrası
16. yüzyılın sonlarına doğru çinilerdeki güzel kabarık kırmızı rengin giderek koyulaştığını ve eski güzelliğini yitirdiğini görüyoruz. Renklerin bozulmasına karşın, desenlerin pek fazla değişmediğini de saptayabiliyoruz. Sultan Ahmet Camii çinileri bu dönem için karakteristiktir. Bu dönemden sonra giderek Kütahya’da yapılan çinilerin ağırlık kazanmaya başladığını görürüz. Zamanla renk skalası pek değişmese de saydam sırlarda çatlamalar, mavi ton gibi gözü rahatsız eden özellikler ortaya çıkmaya başlamıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde renk dizisinin azaldığını, giderek mavi-lacivert tonlarla sınırlı kaldığını görürüz. Buna karşın motif dağarı zenginliğini yitirmemiştir. Hatta çiçek çeşitleri çoğalmış, biçimlerinde doğaya yakınlık çoğalmıştır. Bu dönem çinilerinden çok zengin bir koleksiyon Topkapı Sarayı haremini süslemektedir.
18. yy.’da gerilemekte olan çini sanatını yeniden canlandırma denemelerine girişilmiştir. Tekfur sarayı çinileri olarak bilinen bu dönem çinilerinde 16. yüzyılın teknik düzeyine çıkılamamış, renk dizisi ise değişmiştir. Bu dönem çinilerini karakterize eden renk, açık bir sarıdır. 1734 tarihli Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin mihrap duvarında bu çinilerin tipik örneklerini bulabiliriz. Osmanlı sanatında barok ve rokoko süsleme içinde çinilere pek yer verilmemiştir. Oysa 19. yüzyıl sonlarında, milli akımların ağırlık kazandığı Neoklasik olarak da adlandırılan Birinci Ulusal Mimarlık döneminde yapıların çinilerle bezenmesi ağırlık kazanmıştır. Osmanlı çini sanatının İznik yanı sıra ikinci önemli merkezi olan Kütahya’da bu amaçla çiniler üretilmiştir. Bunlarda büyük bir yaratıcılık söz konusu değildir. 16. yy. desenlerinin benzerleri olan bu çinilerde çok kez sadece, bezenecek alana uydurmaya yönelik değişiklikler yapılmıştır. Hatta zaman zaman klasik dönem Osmanlı çinilerinin tanınmış bazı örnekleri aynen kopye edilmiştir. Bu durumu örneğin Eyüp’teki mimar Kemalettin’in eseri olan Sultan Reşat Türbesi’nde saptayabiliyoruz.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın