"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ergenekon Efsanesi nedir, okuyun, Ergenekon destanı özet bilgi, Ergenekon efsanesi hakkında kısa bilgi | YerelHaberler

Bu İncil’in girişinde söylendiği gibi, Moğol boyları genel olarak Türk boylarının bir parçasıdır. Her iki kabile de biçim ve dil bakımından benzerdir. Bunların hepsi Nuh Peygamber’in oğlu Polka Han’ın torunlarıdır.

Bulka Han, tüm Türk boylarının atasıydı. Yüzyıllar ve uzun zamanlar geçti. Elbette bu uzun süre içerisinde birçok olay unutulmuştur. Türklerin ilk başta kitapları ve yazıları yoktu. Bu nedenle tarihin olaylarını yazamadılar. Onlar için kesin ve eski bir tarih yoktu. Dolayısıyla şu anda anlatılan tarihi olaylar, son zamanlarda söylenenlere ve nesilden nesile aktarılan bilgilere göre öğrenilmiştir.

Bu aşiretlerin meskenleri ve yatakhaneleri her zaman birbirine bitişik olmuştur. Bu nedenle her kabilenin nerede yaşadığını, nereden ve ne kadar uzakta yaşadığını anavatandan sonra herkes bilir. Hepsinin anavatanları Uygur sınırlarından Hitay ve Cürçet’e kadar uzanır. Bu çadırların yeri artık Moğolistan olarak adlandırılıyor. Bu yerlerin adları ve haklarındaki bilgilere önceki bölümlerde değinilmiştir.

Ergenekon Efsanesinden tam metin

Türk vilayetlerinde Türk oklarıyla şarkı söylemediği, yeterli Türk silahına sahip olmadığı ve Türklere boyun eğmediği yer yoktu. Bu durum yabancı kabileleri kıskandırdı. Yabancı kabileler birleşerek Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını ve sürülerini bir araya topladılar. Çevresine bir çukur kazdılar ve beklediler. Düşman gelince savaş başladı. On gün savaştılar. Sonunda Türkler kazandı.

Bu yenilgi üzerine düşman kabilelerin hanları ve dilencileri av sahasında toplanarak sohbet ettiler. Türkleri kandırmazsak halimiz kötü olur dediler.

Şafakta ağırlıklarını bıraktılar ve sanki suçlanmış gibi kaçtılar. Türkler, “Güçleri tükendi, kaçıyorlar” dediler ve onları takip ettiler. Düşman, Türkleri görünce birdenbire arkasını döndü. Çekim başladı. Türkler yenildi. Düşman çadırlarına gelip Türkleri katletti. Çadırlarını ve mallarını o kadar yağmaladılar ki, onlardan bir çadır siyah kıl kalmadı. Tüm yetişkinleri öldürdüler ve küçükleri yakaladılar.

O zamanlar Türklerin lideri İl Han’dı. Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak bu savaşta çocuklarından biri hariç hepsi öldü. O yıl oğlu Kayi (Kian) ile evlendi. İl Kağan’ın ayrıca Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adında bir yeğeni vardı; O da hayatta kaldı. Kay ve Tokuz Oğuz esir alındı. On gün sonra ikisi de karılarını alıp atlarına binip kaçtılar. Türk vatanlarına döndüler. Burada düşmandan kaçan develer, atlar, öküzler ve koyunlar buldular. Oturup şöyle düşündüler: “Her taraf düşmanla dolu. Dağlarda insanların yanılmayacakları bir yere gidelim, bir ev yapıp oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yol olmayan bir noktaya ulaştılar. Bu tek yol o kadar dikti ki ister deve ister at üzerinde yürümek zordu. Yanlış ayağa düşseydi, takla atıp yere çakılırdı.

Türklerin geldiği ülkede akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, yemişler ve avcılık vardı. Böyle bir yeri görünce Cenâb-ı Hakk’a şükrettiler. Kışın kendi hayvanlarının etini yerler, yazın ise süt içerlerdi. Onun derisini giyiyorlardı. Bu ülkeye “Ergenekon” adını verdiler.

zaman geçti, çağlar geçti; Kayı ve Tokuz Oğuz’un çok çocukları oldu. Kayı’nın çok, Tokuz Oğuz’un ise daha az çocuğu oldu. Kay-Kayat’tan çocukları çağırdılar. Tokoz’un çocuklarından bazılarının adı Tokuz, bazılarının adı da Turolkenliydi. Yıllarca bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da yaşadı. Çarpıldı ve ikiye katlandı ve çoğaldı. Sonra dört yıl erken.

Dört yüz yıl sonra onlar ve zamanları o kadar çoğaldı ki Ergenekon’u hazmedemezler. Konferans bir çare bulmak için toplandı. Dediler ki: Biz onu atalarımızdan duyduk. Ergenekon dışında büyük ülkeler ve güzel konutlar var. Evimiz o yerlerdeydi. Dağları keşfedelim ve bir yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergene’den başka kim bize dost olursa ona dost olalım, kim bize düşmansa biz ona düşman olalım.

Kongrenin bu kararına istinaden Türkler, Ergenekon’dan çıkış yolu aramışlardır. bulamadılar. Sonra Hadad dedi ki: Bu dağda bir demir madeni var. Açıkta kalan bir demir levhaya benzer. Demirini eritsek belki dağ bize yol verir.”

Gittiler ve bir demir madeni gördüler. Dağın geniş kısmına bir kat odun ve bir kat kömür koydular. Dağın altını, üstünü, yanını ve yönünü odun kömürü ile doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp yetmiş yere yerleştirdiler. Kömür ateşlediler ve saldırdılar. Allah’ın yardımıyla demir dağ ısındı, eridi ve fışkırdı. Yüklü bir deve için çok uzaktı.

Sonra gri yeleli bir gök kurdu belirdi; Nereden geldiği bilinmiyor. Bozkurt geldi, Türklerin karşısına dikildi, durdu. Onun yol göstereceğini herkes anladı. Bozkurt yürüdü. Sonra Türk milleti. Ve Bozkurt önderliğindeki Türkler, o mübarek yılın mübarek gününde, mübarek ayında Ergenekon’dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi hatırladılar. Bu kutsal gün Türklerin bayramı olmuştur. Her yıl o gün büyük kutlamalar yapılır. Ateşte ısıtılan demir parçası. Önce Türk kağanı bu demiri alır, örsün üzerine koyar ve çekiçle vurur. Sonra diğer Türk dilenciler de aynısını yapıp bayramı kutlarlar.

Ergenekon’dan çıktıklarında Türklerin Hanı, Kai Han’ın soyundan Portechen (Bozkurt) idi. Portishin tüm eyaletlere büyükelçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon’dan ayrıldığını belirtti. Öyle ki, bütün vilayetler eskisi gibi Türklerin komutası altındaydı. Bunu kim karşıladı Han, Portishin’i tanıyordu; İyi karşılanmayanlar karşı çıktı. Karşı çıkanlar savaştı ve Türkler hepsini yendi. Türk devletini her yerde egemen kıldılar.

Bilgi odamızda yer alan “Ergenekon Destanı” başlıklı yazımızdan da yararlanabilirsiniz.

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir