Eleştiri her zaman nefret veya hata bulma olarak görülmüştür. Eleştirinin bir beğeni sonucu olmaktan kurtarılması gerektiği kişiden kişiye değişir ve sabit ilkelere göre değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi XIX. Ondokuzuncu yüzyıldan beri var. Bir takım yeni eleştiri yöntemleri getirilmiş ve eserler bu doğrultuda değerlendirilmiştir. Kökeni büyük ölçüde edebî akımlara dayanan bu üsluplardan en önemlileri şunlardır:
Tarihsel eleştiri: Bu yöntem edebî eseri, müellifin hayatı, yetişme şartları ve o dönemin özelliklerine göre inceleme esasına dayanmaktadır. Bu görüşe göre sanatçı eserden daha önemlidir. Eser kimin yarattığından yola çıkılarak anlatılmaya çalışılmış ve hep geri planda kalmıştır. Bu yöntem biyolojik, psikolojik ve fizyolojik eleştiri gibi türlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Sosyal eleştiri: Bu eleştiri anlayışı, edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplumda yeri olduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesine dayanmaktadır. Yazarı, eseri ve okuyucusu toplumsal koşullar tarafından belirlendiği için, yapılması gereken iş pozitif bilimle hareket etmek ve eseri toplumsal koşullara odaklanarak açıklamaya çalışmaktır. Bu anlayışa göre eleştirinin amacı, fizik kanunlarında olduğu gibi edebi eserleri “açıklamak, tasnif etmek ve yargılamak”tır.
Göreceli Eleştiri: Bu anlayışa göre eleştiri sınırlandırılamaz. Herkes bir edebi eseri kişisel zevkine ve görüşüne göre değerlendirebilir. Bu anlayış, değer karmaşasına neden olur.
İzlenimci eleştiri: Bu anlayışa göre eleştiri, “kitaplardan zevk alma ve onlarla duyguları yumuşatma ve zenginleştirme sanatıdır.” İnsanların davranışları, zevkleri, duyguları, ilgilerini çeken şeyler yaşla birlikte değiştiğinden, yeni yaşam tarzları, sabit kurallar, dogmalar, yöntemler eleştiride yer almaz. Toplumsal eleştiriye karşı çıktı. Aşk hazzın neticesi olduğuna göre, bugün sevilen bir amelin yarın sevileceği kesin olarak söylenemez.
Bu eleştiriyi anlamanın kesin bir yolu yok. Eserlerin ve türlerin sınıflandırılması yoktur. Ne var ki bir eseri okurken aldığımız haz. Bu zevk, bir eserin değerinin tek ölçüsüdür. Bu anlayışa göre Anatole France, eleştirmeni “iyi eleştirmen, başyapıtlar arasında ruhunun maceralarını anlatan kişidir” şeklinde tanımlar.
Bu anlayışta ortak gelenek ve değerlere bağlılık yoktur.
YapTez eleştirisi: Bu görüş, bir edebî eserin müstakil ve bütüncül bir yapı olduğu anlayışına dayalıdır ve bir eserin izahının ancak kendi yapısıyla mümkün olabileceği görüşündedir. Buna göre her eserin kendine has bir yapısı vardır ve bu yapı farklı parçaların organik bir birleşiminden oluşur.
Bu yapıyı incelemek, yazarın eserini yazarken düşüncesini nasıl kullandığını ve bu düşünceyi eserine nasıl aktardığını görmektir. Yapıyı ortaya çıkarmak, işi içeriden bilmek, yüzeyden derine, açıktan gizliye, görünenden görünmeyene doğru hareket etmek demektir. Bu şekilde incelenen eser, son olarak eserin tasavvurunu ortaya koyan bir eskiz ile gösterilebilir.
Bir organizmayı oluşturan her parçaya bir görev verilir ve bu görevi bütüne bağlı olarak yerine getirir. Bu parçalardan birinin çıkarılması veya değiştirilmesi durumunda genellikle aksamalar meydana gelir. Herhangi bir bozukluk yoksa, bu vücutta fazlalık olduğu anlamına gelir. Başarılı işlerde her bir parça “iç mimarlık” anlayışıyla bütüne bağlanır ve bütünden ayrıldığında bünye bozulur.
Yapısal eleştiride eleştirmenin amacı; eseri konuşturmak, anlamına olduğu kadar yapısına da ışık tutmak, kısacası eseri yeniden keşfetmek; ‘Neden’i değil, ‘nasıl’ı ortaya koyuyor.
Edebiyatın gelişmesinde, zenginleşmesinde ve ilerlemesinde önemli bir yer tutan eleştirinin Türk edebiyatının farklı dönemlerinde var olduğunu biliyoruz. Ancak bu eleştiri döneminin koşullarında varlığını sürdürmüştür. Tanzimat sonrası edebî dönemlerde Batı’nın etkisiyle değişime uğrayarak yeni bir Batılı kimliği kazanmıştır.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın