DNA (Deoksiribo Nükleik Asit), tüm canlı organizmaların varoluşunda rol oynayan ve karakteristik özelliklerin çift sarmal şeklinde dizildiği organik yönetim molekülüdür. Hücrelerin yönetimi ile organizmaların karmaşık bir yapı kazanmasını sağlamanın yanı sıra, bir organizmanın var olan tüm bilgilerinin saklandığı bir kara kutu görevi görür. Ebeveynlerimizden miras aldığımız gen dizisi, şu anki kişiliğimizi, zeka düzeyimizi ve görünüşümüzü belirler. Bütün mesele genlerin birbirine hakimiyeti ve okunma ihtimali. Kısacası DNA, kendimiz hakkında bilmediğimiz bilgileri saklar. Bunları okuyup anlayabilmek, genetik alanında yani bilim alanında büyük bir çığır açmıştır.
Çok sayıda araştırma ve deney sonucunda çok tartışılacak ve 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü alacak bir buluşa ulaşıldı. Bu çalışmaya göre artık sadece DNA’yı değil, DNA’yı da okuyabileceğiz. onu istediğimiz gibi değiştirebilir, mevcut mutasyonları düzeltebilir ve insan kaderinin birçok genetik hastalığını ayıklayabiliriz. Bu keşif ilk başta iyi görünse de sonu gelmeyen tartışmalara yol açtı.
Buluşa göre Cas9 adı verilen programlanabilir bir enzim, kılavuz RNA varlığında istenilen bir bölgenin değiştirilmesine, silinmesine veya diğer gen kümeleriyle bölgeye eklenmesine olanak sağlıyordu. Bu değişiklikler daha önce ‘çinko parmak nükleaz’ enzimi ile yapılmış olsa da, diğer gen düzenleme yöntemleri kadar zahmetli ve pahalıydı. Ancak Cas9 enzimi ile felaketler ve harikalar yaratma potansiyeline sahip olan CRISPR teknolojisi, gen düzenlemeyi çok daha ucuza ve daha kolay hale getirme fırsatının önünü açmıştır.
Genetik çalışmalar için oldukça önemli olan CRISPR teknolojisi, bize genleri kolay ve düşük maliyetle düzenleme imkanı sağlıyor. Bu teknoloji sayesinde organ yetmezliğine, orak hücreli anemiye, HIV’e ve genetiğin neden olduğu retinal bozukluklara neden olan kusurlu genler tespit edilebilmekte ve sorunlu genler ortadan kaldırılabilmektedir. Bu şekilde, körlüğe veya ölüme neden olan kalıtsal tehlikelerden korunuruz. Ancak bu teknoloji ile sadece genetik hastalıkların değil, istenilen herhangi bir gen dizisinin işlevselliğini kazanıyoruz. Başka bir deyişle, bizi biz yapan genetik özelliklerimizi değiştirme fırsatı verir. Örneğin, kahverengi gözlü bir kişinin DNA’sında bulunan kahverengi göz geni çıkarılıp başka bir kişinin yeşil göz rengi geninin eklenmesiyle, kişinin gerçek göz rengi değiştirilir. Yani bu teknoloji sayesinde sadece sorunları çözmekle kalmıyor, aynı zamanda hiç bitmeyen bir değişim serüvenine de atılıyoruz. Tüm bu senaryoların gerçekleşmesini engelleyen tek kelime. ahlaki.
Bilimsel gelişmelerin yorumlanmasında ülkelerin pozisyonları farklılık göstermektedir. Bazı ülkelerde etik kurallar çok katı olabilirken, başka bir ülkede aynı gelişme farklı değerlendirilebilir. Örneğin 2018 yılında HIV pozitif olduğu gerekçesiyle ikizlere bu teknikle müdahale eden He Jiankui, ülkesi tarafından ağır cezalara çarptırılarak ehliyetini ve en önemlisi özgürlüğünü kaybetmişti. Benzer çalışmalar İsveç gibi bir yerde yapılabilir ve bu da Nobel Ödülü kazanma fırsatı sağlayabilir. Ancak etik, bilimin gelişmesini engelleyen bir kurallar ve varsayımlar bütünü olarak görülmemelidir. DNA doğal olarak mutasyonlara uğrayabilir. Transgenik bireylerde ileride oluşabilecek mutasyonların gerçek nedeni bilinemediği ve tahmin edilemediği için çok risklidir. Bu tehlike sadece şimdiki nesilleri değil, gelecek nesilleri de tehdit etmektedir.
Gen terapisinin bir parçası olarak yapılan deneyler
Genetik çalışmalarını kesinlikle mükemmel yöntemlerle sürdüren birçok biohacker var. İnsanların DNA’larında her türlü değişikliği yapabilmeleri gerektiğini savunan biohacker’lar, bazı büyüleyici çalışmalar yürüttüler. Bunlar, diğer canlılardan kazanılan özel yeteneklerin, bu yeteneğe sahip olmayan diğer canlılar üzerinde test edilmesiyle yapılır. Örneğin, kristal denizanası gibi bir canlıdan aldıkları biyolüminesans yeteneğini, bu yeteneğe sahip olmayan kedi, köpek, fare, maymun gibi hayvanların DNA’sına dahil ederek organizmalara yeni yetenekler kazandırmışlardır. Ayrıca koyun ve köpekler üzerinde yapılan deneylerden biri de hayvanların kaslarında yapılan değişikliklerdir. Deneyin sonuçlarına göre, modifiye edilen deneklerin olağanüstü kas dokusu geliştirdiği gözlemlendi. Tüm bu radyoaktif hayvanları ve anormal kas kütlesine sahip kobayları bir kenara bırakırsak, duruma daha geniş ölçekte bakabiliriz. Bilim bir silaha dönüşme potansiyeline sahiptir. Potansiyel komplikasyonların sonuçları bilinmemektedir, ancak bunun gibi güçlü bulgular, herhangi birinin aklına geldiği kadarıyla göz ardı edilmemelidir. Ama aynı zamanda kolektif yönetimin bir silahı haline gelmesine de izin verilmemeli. Bu durumda kilit soru şudur: “Bu teknolojiyi kullanma kabiliyetimiz var ama gerçekten kullanmak zorunda mıyız?”
kaynak:
https://www.nature.com/articles/522020a
https://tr.wikipedia.org/wiki/CRISPR
https://www.thegenehome.com/how-does-gene-therapy-work?
https://www.newscientist.com/definition/what-is-crispr/
Okuyun: https_www.sciencealert.com/? url=https%3A%2F%2Fwww.sciencealert.com%2Fchina-s-failure-perience-proves-we-not-ready-for-insan-gen düzenlemesi
yazar: Esra Fazza ağladı
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın