"Enter"a basıp içeriğe geçin

Çanakkale Savaşı ve Atatürk, çanakkale savaşının nedenleri, sonuçları | YerelHaberler

28 Temmuz 1914’te insanlık tarihinin en kanlı çatışmalarından biri olan Birinci Dünya Savaşı başladı. Mustafa Kemal, savaşın gidişatını yakından izliyordu. O, savaşı Almanya’nın kaybedeceğini düşünüyor ve Almanya ile ittifak yapılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. 2 Ağustos 1914’te Almanlarla imzalanan ittifak antlaşmasına rağmen Osmanlı Devleti, gerekli hazırlıkları yapabilmek için tarafsızlığını ilan etmişti. Goeben ve Braslau adlı Alman savaş gemilerinin Osmanlı’ya sığınmasından kısa bir süre sonra Türk donanmasının 29 Ekim 1914’te Rus limanlarını bombalaması üzerine Osmanlı Devleti de savaşa girdi. Savaş ilan eden taraf olmak istenmediği için Osmanlı Devleti’nin Rusya, İngiltere ve Fransa ile savaş halinde olduğuna dair “İrade-i Seniyye” ancak 11 Kasım 1914’te yayınlandı.

Savaşın sonucunu kestirmesine rağmen ülkesine hizmet etmek isteyen Mustafa Kemal, orduda aktif bir görev almak isteğini Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya yazdı. Onun istediği özel bir görev değil, rütbesine uygun bir görevdi. Ancak Enver Bey, rakip ve muhalif olarak gördüğü için çekemediği Mustafa Kemal’e böyle bir fırsat vermeyi düşünmüyordu; Sofya’daki görevinin önemli olduğunu ileri sürerek hayır cevabı verdi.

Mustafa Kemal, yurt savunmasında daha yüce ve önemli bir görev olamıyacağını, arkadaşları cephede ateş hattında iken kendisinin ataşelik yapamayacağını söylüyor ve Enver’e hitap ederek “Eğer birinci sınıf zabit olmak liyakatından mahrum isem, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz” diyordu. Bu arada Sofya’ya gelen Süleyman Askeri Bey aracılığı ile Irak Cephesi komutanlığının kendisine verilmesini talep etti. Bu başvurunun cevabını beklerken Süleyman Askeri Bey’in Irak Cephesi fiili komutanlığına getirildiğini öğrendi.

Sarıkamış hezimeti, kolay zaferler kazanmayı hayal eden Enver Paşa’nın düşüncelerini değiştirdi. Enver’in hayalperestliği, askeri kifayetsizliği ve basiretsizliği yüzünden yüz bine yakın Türk genci dondurucu soğukta can vermişti. Aynı günlerde yazışmalarla sonuç alamayacağını düşünen Mustafa Kemal, İstanbul’a gitmeye karar vermişti. Eşyalarını topladığı sırada bir telgraf aldı. Bu telgrafta “On dokuzuncu Tümen Kumandanlığına tayin oldunuz, hemen hareket ediniz” deniliyordu (20 Ocak 1915). 2 Şubat 1915’te tayin emrini aldı. Tayin edildiği Tekirdağ’da yeni kurulmakta olan bir tümendi. Bu sırada müttefikler, savaşta zor duruma düşen Rusya’nın yükünü hafifletmek ve en kısa yoldan yardım ulaştırabilmek için Çanakkale Boğazı’nı zorla geçmeye karar vermişlerdi.

Bir çıkarma ihtimali her geçen gün kuvvetleniyordu. Mustafa Kemal’in kumandan olarak atandığı On dokuzuncu Tümen, ordu ihtiyatında bulundurulmak üzere önce Maydos’a sonra Bigalı’ya nakledilmişti. Bu sırada Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışan İngiliz ve Fransız donanmaları başarısız olup geri çekilmişlerdi. Bu başarısızlıktan sonra Çanakkale Boğazı’nı karadan zorlamak üzere Boğaz dışındaki adalarda kuvvet yığmaya başlamışlardı. Bunlar olup biterken tümenin kumandasını devir alan Mustafa Kemal, düşmanın muhtemel çıkarma tehlikesine karşı emrindeki birliklere uyanık olmaları emrini vermişti. Bir taraftan da yeni kurulan tümenini seçkin bir birlik haline getirmek için yoğun bir gayret gösteriyordu. Nitekim On dokuzuncu Tümen, onun çabaları sonucunda bir ay gibi kısa bir sürede güzide bir kuvvet haline gelmiştir.

23 Mart 1915’te Çanakkale bölgesinin savunması için Beşinci Ordu kuruldu ve kumandanlığına Alman Generali Liman von Sanders getirildi. Düşmanın Bolayır’a çıkarma yapacağı düşüncesiyle hareket eden Sanders, savunma planını buna göre hazırlamış ve birliklerin konuşlanmasını da buna göre yapmıştı.

Türk komuta heyeti ise daha başlangıçta kuvvetlerin yarımada kıyılarında düşmanı karşılaması gerektiğini savunuyorlardı. Maydos’a gelen On dokuzuncu Fırka Kumandanı Mustafa Kemal de aynı düşüncedeydi. Mustafa Kemal’e göre, düşman çıkarma teşebbüsünde bulunursa iki noktadan harekete geçerdi. Bunlardan biri Seddülbahir, diğeri ise Kabatepe idi. Bu kıyıları, düşmanı karaya çıkarmadan savunmak mümkündü. O, bu güçlü ihtimali dikkate alarak bölgeyi koruyabilmek için birliklerini bir düşman çıkarma hareketine karşı gece gündüz eğitirken bir taraftan da düşmanın çıkarma yapabileceği noktalar üzerinde düşünmeye devam ediyordu.

Düşman Seddülbahir bölgesine çıkarsa, yarımadanın iki ucunu donanmasıyla ateş altına almak imkanını bulacaktı. Düşmanın kuvvetlerinin büyük bölümünü bu bölgeye çıkarma ihtimali yüksekti. Eğer düşman Mustafa Kemal’in düşündüğü gibi bu bölgeye çıkarsa Türk ihtiyat birliklerinin buraya hareketi de düşman baskısı altında yapılabilirdi. Bir de Alçıtepe kaybedilirse düşman Boğaz’ın iç tabyalarını ateş altına alma imkanına kavuşacaktı. Bu nedenlerle O, Seddülbahir bölgesini savunacak kuvvetlerin, sahilde savunma mevzilerinde yerleştirilen kuvvetler olması gerektiği kanaatindeydi. Son derece isabetli olan bu değerlendirmelerini, 18 Mart günü Müstahkem Mevki Kumandanı Albay Cevdet Bey’e anlattığında onun kendisi gibi düşünmediğini anladı.

Mustafa Kemal’in, düşmanın çıkarma yapma ihtimalini yüksek gördüğü bir diğer bölge olan Kabatepe kıyıları yedi sekiz kilometre uzunluğundaydı. O, bu bölgenin de sahili üzerinde yeterli kuvvetlerle doğrudan doğruya savunulmasını gerekli görüyordu. Savunma hazırlıkları sürdürülürken bir diğer tartışma, kuvvetlerin büyük bölümünün iki Yarımadadan hangisinde konuşlandırılması konusuydu. Mustafa Kemal, baştan itibaren Enver Paşa ile İttihat ve Terakki ona gereken önemi vermedi ve hatta onu halkın gözünden uzak tutmayı başardılar. Kendisini İstanbul’un kurtarıcısı olarak görmesine karşın maruz kaldığı küçümsenme onda yeniden karamsarlık hisleri doğurdu. Enver Paşa onu 16. Kolordu’nun komutanı olarak Rus sınırına gönderdi. Mustafa Kemal doğu bölgesine doğru giderken yolda 1 Nisan 1916’da mirlivalığa terfi ettirildiği haberini aldı. Doğu cephesinde Mustafa Kemal askeri kariyerinde hızlı bir yükselme yaşadı. Mart 1917’de İkinci Ordu’nun komutanlığını üslendi. Bu görevi sırasında kendisinin kurmay başkanı olan Miralay İsmet (İnönü) ile arkadaşlığını tazeledi. İnönü daha sonra onun en yakın arkadaşı olacak ve onun ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını yapacaktır.”>Gelibolu’nun Çanakkale Yarımadası’ndan daha önemli olduğunu ileri sürüyor ve bu fikrini ısrarla savunuyordu. Onun savunduğu ve uygulanmasını istediği fikirlerinden biri de kıyıda bulunan birliklerin yeni gelen kuvvetlerle takviye edilmesiydi.

Düşman gemileri, 25 Nisan 1915 günü tanyeri ağarmadan Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine çıkarma yapmaya başladılar. Mustafa Kemal’in öngörüsü haklı çıkmıştı. Çıkarma başlamadan önce Maydos’ta bulunan On dokuzuncu Tümen bağlı bulunduğu Üçüncü Kolordu’dan gelen emre göre, genel ihtiyat gücü olarak kullanılacaktı. Düşmanın çıkarma harekatına göre, Gelibolu, Maydos, bölgelerinde veya Anadolu yakasında kullanılacaktı. Düşman, Seddülbahir ve Arıburnu’na çıkarma yaptıktan sonra Alçıtepe ile Conkbayırı, Kocaçimentepe’yi ele geçirmeyi, daha sonra ise Kilidübahir üzerinden Çanakkale Boğazı’nın Rumeli kesimindeki merkez tabyaları susturmayı planlamıştı.

Çıkarma başladığında Boğazları savunmakla görevli Beşinci Ordu’nun birliklerinin büyük bir bölümü, liman von Sanders’in öngürelerine göre konuşlandırıldığı için Saroz Körfezi ve Anadolu kesiminde bulunuyordu. Çıkarmanın yapıldığı bölgede Dokuzuncu Tümen ve iki jandarma taburundan ibaret zayıf bir kuvvet bulunuyordu. Bu sırada Saroz Körfezi’nde düşmanın yaptığı deniz gösterisini haber alan Liman von Sanders, atını bu yöne doğru sürerek bazı birliklerin kendisini takip etmesini emretmiş; Gelibolu yarımadasında bulunan Dokuzuncu ve On dokuzuncu Tümenlerden gelen raporlara adeta kulağını tıkamıştı.

Sabaha karşı Arıburnu yönünden gelen top seslerini duyan Mustafa Kemal, derhal bir süvari bölüğünü keşif için Kocaçimen Tepe istikametine göndermişti. Durum çok tehlikeliydi. Arıburnu’na çıkan İngilizler, buradaki Türk birliğini püskürterek Kocaçimen Tepe’ye doğru ilerliyorlardı. Yarımadanın ortadan ikiye bölünmesi, Türk tabyalarının düşürülmesi ve İstanbul yolunun düşman donanmasına açılması tehlikesi doğmuştu. Mustafa Kemal’in birliğini harekete geçirebilmesi için Ordu Komutanı Sanders’in emri gerekiyordu. On dokuzuncu Tüme’nin bağlı bulunduğu Üçüncü Kolordu Komutanı Esad Paşa, iyi bir asker olmakla birlikte ordu komutanından habersiz inisiyatif kullanıp ordu ihtiyatının kullanmayı göze alabilecek bir kimse değildi. Yine de Mustafa Kemal’in birliğini savaşa sokmak için yaptığı başvuruya karşı çıkmadı.

Ordu karargahı ile On dokuzuncu Tümen arasındaki irtibat kesilmişti. Mustafa Kemal, mütereddit ve kararsız kalarak zaman kaybetmenin büyük tehlikeler doğuracağı düşüncesiyle harekete geçmeye karar verdi. 57. Piyade alayını Kocaçimen tepesine doğru hareket ettirdi. Bu tepeye ulaşan Mustafa Kemal, buradan düşman birliklerini göremeyince yanına aldığı birkaç kişiyle Conkbayırı’na doğru yola çıktı. Fakat arazinin müsait olmaması yüzünden atlarından inip yaya olarak Conkbayırı’na ulaşabildiler. Buraya vardıklarında 261 rakımlı tepeden kıyının gözetleme ve emniyet memuru olan bir Türk müfrezesinin Conkbayırı’na doğru kaçmakta oldukları görüldü. Bunların karşısına çıkan Mustafa Kemal, askerlere niçin çekildiklerini sordu. Cephaneleri bittiği için kaçtıkları cevabını alınca, “Cephaneniz yoksa süngünüz var” diyerek bunlara süngü taktırdı. Bunu gören düşman askerleri, yeni bir direnme ile karşılaştıklarını zannederek durakladılar. Mustafa Kemal, bu olayı anlatırken “Kazandığımız an bu andır” diyecektir.

Kazanılan bu süre zarfında yolda olan 57. Alay’ın öncü bölüğü yetişti. Gelenleri derhal mevzilendirdikten sonra büyük bir kısmını karşı taarruza geçirdi. Durum çok nazik görünüyordu. Conkbayırı’nın mutlaka savunulması gerekiyordu. O gün 57. Alaya yaptırdığı taarruz, “öyle sıradan bir taarruz değil, herkesin başarmak veya ölmek azmiyle harekete susamış olduğu bir taarruzdur.” O, askerlerine verdiği emirde, “Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir” diyordu.

Mustafa Kemal’in amacı, düşmanı denize dökmekti. Fakat arazinin fundalık ve engebeli oluşu, gece görüş imkanının bulunmaması, gece karanlığından yararlanan düşmanın karaya takviye birlikler çıkarması dolayısıyla bu mümkün olmadı. Ancak O’nun kendi inisiyatifini kullanarak tümenini zamanında savaşa sokması ile Gelibolu yarımadasının stratejik bir parçası olan Kocaçimen platosunun düşman eline geçmesini engellemiş ve ilk andan itibaren düşmanın boğaza hakim olmak planlarını sonuçsuz bırakarak Çanakkale’de Türk savunmasının temellerini atmış oldu. Verdiği kararla Türk milletinin kaderini değiştiren adam olarak anıldı.

Mustafa Kemal, cephedeki başarılarından dolayı 1 Haziran 1915’te Albaylığa terfi ettirildi. 25 Nisan-17 Mayıs 1915 tarihleri arasında bir kolordudan daha büyük kuvvetlere komuta etmişti. Ne var ki, burada da Enver Paşa’nın kıskançlık duyguları devreye girmiş, Mustafa Kemal tekrar tümeninin başına dönmek zorunda bırakıldığı gibi kazandığı başarılarla generalliği çoktan hak ettiği halde ona ancak Albaylık rütbesi layık görülmüştü.

6/7 Ağustos gecesi başlayan İngiliz taarruzunda Mustafa Kemal’in On dokuzuncu Tümeni, çok ağır bir topçu ateşi altında olmasına rağmen düşmanı püskürtmeyi başardı. Conkbayırı’nın 8 Ağustos’ta İngilizler tarafından ele geçirilmesi, çok tehlikeli bir durum yaratmıştı. Geri alınmazsa Gelibolu’daki Boğazı savunan Türk tabyalarının düşmesi kaçınılmaz olurdu. Bir gün sonra 9 Ağustos’ta başlayan Türk taarruzu sırasında Liman von Sandres ve Esat Paşa’nın acizliği yüzünden durum vahim bir hale gelmişti. Mustafa Kemal, Ordu Komutanı’na, sevk ve idareyi bir elde bulundurmak için tüm kuvvetlerin bir komuta altında ve kendi emrinde birleştirilmesinden başka çare olmadığını bildirdi. 8/9 Ağustos gecesi gelen emirle Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu Kumandanlığı’na atandı. Böylece arzu edilmediği halde durumu düzeltebilecek tek dirayetli komutan olduğu için şartların zorlamasıyla ona 16. Kolordu’nun ve Anafartalar bölgesinin fiili komutanlığı verilmişti. Mustafa Kemal, 10 Ağustos günü başlayan taarzula Conkbayırı’nı düşmandan geri aldı.

Birliklerine kumanda eden Mustafa Kemal, bu çarpışmalar sırasında yaşadığı ilginç bir olayı şöyle anlatır: “Muharebe meydanında cereyan eden hali temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi. Yalnızca derince bir kan lekesi bıraktı. Bu saat enkazını bilahare Liman Paşa’ya verdim. O da, aile asalet armasını hâvi kendi saatini bana verdi.”

Anafartalarda 7 Ağustos’ta başlayan kanlı çatışmalar, 21 Ağustos’ta yapılan düşman taarruzuyla doruk noktasına ulaştı. Düşman kuvvetleri, Mustafa Kemal’in askeri dehası karşısında aciz kalmış ve çok ağır kayıplara uğramıştı. O, bu savaştan sonra “Anafartalar Kahramanı” diye anılmaya başlandı.

27 Ağustos’taki son düşman saldırısının başarısızlığa uğramasından sonra Gelibolu yarımadasındaki savaş önemini kaybetmeye ve siper çatışmalarına dönüşmeye başladı. Alışılagelen küçük çatışmalar Ocak ayına kadar sürdü. İngilizlerin çekilmek istedikleri anlaşılıyordu. Mustafa Kemal, İngilizler bir kısım kuvvetlerini çektikten sonra, geride kalanlar üzerine taarruz edilmesini önerdi. Bu yapıldığı takdirde çok sayıda esir ve malzeme ele geçirmek mümkün olabilecekti. Ancak, bu teklifini komutanlarına kabul ettiremeyince, 10 Aralık 1915’te Anafartalar Grup Komutanlığı’ndan istifa etti.73 Çanakkale’de kazandığı başarılar, O’nun Türk milletinin yetiştirdiği büyük dahilerden biri olduğunu ve Türklüğün geleceğine yön verebileceğini göstermişti. İstifasından sonra Edirne’ye dinlenmek üzere çekilen 16. Kolordu’nun komutanı olarak birliğinin başında döndü.

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir