"Enter"a basıp içeriğe geçin

Atatürk’ün Gençlik Yılları, Atatürk’ün Gençlik Hayatı, Kısa Özet | YerelHaberler

Harbiye’den mezun olduktan sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları Harbiye Kurmay Başkanlığı’na (Genelkurmay Başkanlığı) çağrıldı. Edirne ve Selanik’teki 2. ve 3. ordulara genç subayların gönderilmesine karar verildi. Kura çekmeleri gerektiği söylendi, ancak anlaşırlarsa buna gerek kalmayacaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşları kendi aralarında anlaşarak kimin nereye gideceğine karar verdiler. Ancak ani anlaşmaları şüphe uyandırdığı için Mustafa Kemal, Hayfa’daki 30. Süvari Alayına eğitim vermek üzere görevlendirildi. Böylece Atatürk askerlik görevine başlamıştır. Yeteneği ve öğretme aşkı sayesinde bu işi ciddiye aldı ve başarıya ulaştı.

Atatürk burada sonraki yaşamı için önemli olan deneyimler kazandı. Devletin hayatındaki aksamalar, ordunun eğitim ve öğretimi Eğitim eksikliğini ve kötü yönetim nedeniyle insanların çektiği acıyı gördü.. Atatürk o dönemi ve bir hatırasını bu doğrultuda şöyle anlatır:

“Bizim neslin genç yıllarında Osmanlı Devleti’nin beyin yıkama ve nüfuzu hakimdi. Bu arada imparatorluğun halkını oluşturan Türkler, yanlış din anlayışına sahip Araplar ve Arnavutlar dışındaki milletler, sarayın, ordunun ve devletin ileri gelenleri arasında akrabalarının etkisinde kalmış, özel bir değer verilmişti.Türkler, ülkenin sahipleri ve devletin kurucusu sayılarak ön plana çıkan önemsiz halk kitleleriydi.

Şair Mehmet Emin Yurdkul’un ilk defa Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenciyken okuduğum şiirinde vatansever benliğimle gurur duymamı sağlayan ilk ifadeyi buldum. Ama bunu askere gittiğim ilk günlerde Anadolu’dan gelen bir çocuğun gözyaşlarında çok güçlü bir şekilde gördüm ve duydum. Ondan sonra Türkçe en derin güven kaynağım, en büyük gurur kaynağım oldu. Osmanlı’nın bana aşıladığı, başka milletleri övdüğü, Türklüğü aşağıladığı aşağılık duygusuna hiç kapılmadım.

Nasıl olduğunu gördün mü? Hayfa’daki personelimin eğitimi için aldığım süvari alayıydı. Kışla ile deniz arasında geniş bir eğitim alanı vardı ve piyade acemi eğitim kursu daha yeni başlıyordu. Askerleri bölgeden devşirilen genç Araplardan, fakültesi ise deneyimli Anadolu çavuşu olan Türk gençlerinden oluşuyordu. Katıldığım birlik, alayda eğitim görmüş Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşıya sahipti. Çavuşlar orduyu eğitirdi, biz subaylar da etrafta dolaşarak işi izler ve denetlerdik. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sertti ve yeni askerlere karşı çok sevecen görünüyordu. Herhangi bir şekilde azarlanmaya veya dövülmeye istekli olmadığı konusunda ısrar etti.

Ancak tatbikatlar sırasında astsubayların Türkçe bilmedikleri için sabırlarını tükettikleri ve sert davranışlara neden oldukları da görüldü. Bir gün yüzbaşı o yolda ilerlemekten kendini alamayan bir çavuşa rapor verdi ve eğitimden döndükten sonra onu birlikte oturduğumuz kaptan köşküne çağırdı. Müfreze komutanıyla birlikte gelen ve yüzbaşıyı saygıyla ve askerce selamlayan astsubay, yirmi beş yaşlarında, ince bıyıklı, elmacık kemikleri şiş, güçlü, yakışıklı bir Türk’tü. Yüzbaşı “Türk”! Sözlerinden dolayı azarlamaya başladı. Resûl ehline mensup ve mübarek Peygamberimizin soyundan olan bu çocuklara nasıl sert davranılır, onlar ağır sözler söylerler ve bu onların kalplerini kırar. Kendini bil, ayaklarına su dökmeyi bile hak etmiyorsun…” Hakaret ediyor, anlamsızlaşan ama eski yüzbaşının samimi inancıyla pekiştirilen sözlere kızıyordu. Çavuşun yüz ifadesini dikkatle izledim. ifade.

Önce babaya saygının samimiyetinin okunduğu satırlar çıtırdamaya, gözlerinde meşru başkaldırının alevleri okunmaya başladı. Ancak gerçek itaatin simgesi olan her Türk askeri gibi bu asker de içindeki duyguları dizginlemeyi bilmiştir. Göz pınarlarından yaşlar sessizce akmaya, yanaklarından aşağı birbirini kovalamaya, bıyıklarında toplanmaya ve bu şekilde kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bu sahneyi izlerken ve konuşulanları dinlerken hem üzgün hem de kızgınken bir yandan da içimde bir isyan duygusu oluşuyor ve şöyle düşünüyordum.

“Bu askerlerin mensubu oldukları aşiret pek çok yönden Necip olabilirdi. Ama çavuş ve yüzbaşı ile benim aşiretin de tarihi şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu şu an için kesin bir gerçekti. O günkü manzara Türk aydınlarının kendilerini bilmemelerinden ve şu ya da bu sebeple diğer milletlere üstünlük taslayarak kendilerini onlardan aşağı görmelerinden ve kendilerine olan özgüvenlerini kaybetmelerinden doğrudan doğruya Türklük iddiası ileri sürülmüştür. mirasımızı tüm asalet ve büyüklüğüyle tanımak ve güçlendirmek için bu yanlış görüşe son verin.”

Atatürk bu olayların sonuçlarını Cumhuriyet’in kuruluşunda değerlendirmiş ve uygulamıştır. Atatürk, Hayfa’dan sonra tüm Suriye’yi dolaştı ve Hevran çevresindeki huzursuzluğun bastırılmasında görev aldı.

Atatürk ve arkadaşları, Konitre ve Havran’da asilere karşı gönderilen birliğe katıldı. Askeri operasyon sırasında bazı askerler halka baskı yaparak yağmaladı. Atatürk ve arkadaşı Moffet Bey’den (Özdaş) toplanan ganimetten pay almaları istendi. “Bay Moffitt, kendisine vermek istediği pay için Atatürk’e danıştı. Atatürk’ün tereddüt ettiğini görünce Moffitt ona sormuş Bey Moffitt! Bugünün mü, yarının mı adamı olmak istiyorsun?”

Moffett Pie: “Tabii ki yarının adamı olmak istiyorum”
Atatürk: O zaman bu parayı benim gibi kabul etmeyeceksin.

Mustafa Kemal bu sözlerle düşüncelerini dile getiriyordu. O, etrafındakiler gibi yaşlı bir adam değil, geleceğin bir adamıydı. Atatürk, bu tür davranışlar karşısında ahlaksız olmaktan çok gerçekçi davranmıştır.

Şam, bu “yarının adamı” üzerinde derin bir etki bıraktı. Mustafa Kemal hayatında ilk kez Orta Çağ’ın karanlığında yaşayan bir şehir gördü. Şimdiye kadar tanıdığı Selanik, İstanbul ve Beyrut, muasır medeniyetin pek çok imkânı ve kültürel faaliyetleri ile kozmopolit yerler ve canlı şehirlerdi. Atatürk bu yerleri tanıdığında Doğu ile Batı’yı karşılaştırırdı. Milletinin gerçek düşmanlarının sadece yabancılar olmadığını anladı. Gerçek düşmanın aralarında olduğunu düşündü. Onları diğer milletlerin izlediği medeniyet yolundan uzaklaştıran, gelişmeleri engelleyen, baskı altında tutan muhafazakârlıktı. Atatürk’e göre Osmanlı Devleti, azınlıkların ülkenin bütün nimetlerinden yararlanırken, Türklerin acı çektiği bir yerdi.

Ekim 1905’te Atatürk d. Mustafa (Kantkin) Moffet (Özdaş) ve diğer bazı arkadaşları Şam’da Hürriyet Cemiti’nde Vatan Cemiyeti’ni kurdular ve önemi, Kıta Servisindeki subaylar arasında yaratılan çeşitli devrimci örgütlenmelere öncülük etmesidir. Şam, Osmanlı Devleti sınırları içinde genel akışın dışında kalan bir yerdi. Buradaki faaliyetleri desteklemek mümkün olmadı.

Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla birlikte kurdukları derneği Beyrut, Yafa ve Kudüs’te genişletti. Daha sonra gizlice Selanik’e giderek Cemiyet’in bir şubesini açtı ve Yafa’ya döndü. Bir süre Şam’da kalarak kıta eğitimini tamamladı.

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir