Profesör. Osman Turan, Selçuklu döneminde çalışmış önemli bir tarihçidir. Türk toplumunun, tarihinin ve dünyasının birçok meselesini tarihî sahadaki tecrübesiyle yorumlamış ve bunlara çözümler üretmiş bir düşünürdür. İbrahim Kavişoğlu’nun bahsettiği “Ceyhan Türk Hegemonyası Anlayışı”nın iki ciltlik tarihini Osman Turan kaleme aldı. Osman Turan bir Türk milliyetçisidir. Milliyetçilik dünyasının tarih boyunca Türklere dünya hakimiyeti fikri olarak göründüğünü dahiyane araştırmasıyla ortaya koymuştur. Milliyetçiliğin İslam’la çeliştiğini düşünenlere şu cevabı verir: “…Ancak, İslam’ın cevap vermediği şeyin, insanlık ideali gibi milliyetçilik değil, daha çok milliyetçilik olduğunu anlatarak bu grubu yatıştırmak mümkündür. kabilecilik, bu bir tür ırkçılıktır.”
Osman Turan, milli ideal makamların günün ihtiyaçlarına göre ortaya çıkmadığından yakınıyor. Yani ulusal otorite olarak aydınlar yok, yokluğu toplumdaki bunalımları artırıyor. Bu da milli bünyenin ve idealin zayıflamasına ve dolayısıyla zararlı ideolojilerin işgaline yol açar. Osman Turan, milliyetçiliğin önceki düşünürler gibi insanlıkla çelişmediğini söylüyor. Ona göre, “Gerçekten de bilim bize vatanseverlik ve insani duygular arasında çelişki olmadığını kanıtlıyor.” “Milliyetçilik karşıtı hümanizm fikrini imkansız ve zararlı” buluyor. Öte yandan, insanlığı yadsıyan cinsellik ideallerini dar ve günümüz dünyasının koşullarına aykırı bulmaktadır.
Osman Turan’ın milliyetçilik anlayışı “geniş”tir (kapsamlıdır). Bu kapsam tüm insanlığı olduğu gibi Türk dünyasını ve İslam dünyasını da kapsamaktadır. Türk milliyetçisinin yabancı Türklerle olan ilişkisi, onun milli bilincinin milli kültüre dayanmasından kaynaklanmaktadır. Osman Turan, milletlerin bağımsızlığını milliyetçilik ideallerinin zaferi olarak kabul eder ve demokrasinin zaferini modelin kendisine bağlar. UNESCO’da yaptığı uzun bir konuşmasında, milliyet ve insanlık idealinin doğasını tahlil etmiş ve şu sonuca varmıştır:
“Bir milliyet ideali için manevi değerler ve aile bağları esastır ve insanlığın insanlık ideali için edindiği tüm milli ve dini duygular, onun gerçek cisimleşmesi için gerekli unsurlardır.”
Osman Turan, İslam’ın Türk tarihinde oynadığı büyük rolü ifade etmek için kendine özgü ifadeler kullanıyor. Türklerin cihan hakimiyetini ele geçirmesini ve şanlı bir tarih yaratmasını İslam’ın manevi gücüne bağlıyor ve şöyle diyor: “Türkler Anadolu’ya Müslüman olarak gelmeseler bile, Türklerin kaderi onları perişan edecekti. bin yılda Karadeniz’in kuzeyine göç eden yol arkadaşları… Tarihin akışını değiştiren Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının Dünya düzeni ve kurdukları medeniyetler “bugünkü Türkiye’de var olamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını Türklerin İslam’ı kabul etmesine bağlayan Osman Turan, İslam medeniyetini canlandırmayı kendisine amaç edinmiştir. “İslam Medeniyetinin Dirilişi Davası” başlıklı makalesi, Batı medeniyetinin neden insanlığı saadete ulaştıramadığını ve bu konuda yetersiz kaldığını açıklıyor. Ardından İslam medeniyetinin ihyasının sebeplerini açıklıyor. Bu konuda da yalnız değil. Başta Hilmi Zia Olken olmak üzere bazı yazarlar İslam medeniyetinin yeniden canlanmasının mümkün olduğunu belirtmişlerdir.
Osman Turan, laikliği kabul etmesiyle yolsuzlukların yol açtığı rahatsızlıklara dikkat çekti. Hatta laiklik anlayışını genişletti ve bu çerçevede “Müslümanların tatili Pazar’dan Cuma’ya çevirmek istemeleri doğaldır, böyle bir talebi laikliğe aykırı bulman doğru değil.” Ona göre laiklik, Türkiye’deki din-din çatışmasının bir sonucu olarak gelişmedi. Hızla Avrupalılaşmak ve bunun önündeki engelleri kaldırmak için laiklik benimsendi. Bu nedenle, devletin “tamamen laik olması gerekmez.” Osman Turan, “Milli ve dini değerlerden fedakarlık edilmesiyle başlayan Avrupalılaşma hareketinin, milletimize kültür ve şahsiyetini kaybettirdiği, bizi gerçek ilerleme yolundan uzaklaştırdığına” inanmaktadır.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın