Özellikle 1990’dan sonra Marksist ideolojiyi benimseyenlerin en büyük moral kaynağı ve tek tanrısı olan Nazım Hikmet, gençliğinde ırkçı şiirler yazmış ve şöyle demişti: “Ben dertli bir çocuk olarak inancıma sarıldım, dedim ki: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” Ve şiir şöyle bitiyordu:
Ey bu caminin ruhu, bize bir mucize göster.
O’nun mukaddes huzurundaki bu dizginsiz yer,
Bir gün yok edilmezse Türk’ün kılıcı kınına girecek.
Cennetin ateşiyle yanmasına izin ver
Nazım Hikmet, pis ortamı ve günahkâr evleri yüzünden tüm Beyoğlu’nun yanmasını isterken, komünist ideolojiyle yakın ilişki kurduktan sonra hayatını bu ideolojiye feda etmiştir. İdeolojisi adına sadece canını değil, kendisini, insanlık bilincini ve onurunu da makineye teslim etti.
Nazem Hikmet’in “Makine” adlı şiirinde.
“rrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr
Tiki No’yu takip et!
Ben bir makine olmak istiyorum! ” o diyor.
Makine olma arzusu “beyninden, elinden ve iskeletinden geliyordu. Bütün dinamoları altına almaya, tüküren diliyle bakır telleri yalamaya, damarlarındaki lokomotifleri kovalamaya kızmıştı.” “Karnına türbin” ve kuyruğuna “çift itme” taktığı gün “Bahtiar” olacak. Bir insan, üretim uğruna da olsa insanlığını ve insan bilincini terk edip bu otomat haline gelebilir mi? Nazım Hikmet, materyalist felsefe adına teknolojiye ve teknolojiye teslim olmasının en güzel örneğidir. Erich Fromm, A New Man, New Society’de kişinin emeğine tapınmasını ve teslim olmasını gerçek bir putperestlik olarak tanımlar. İnsan emeği ve kafa ile yapılan, robot gibi hareket eden, makineye ve teknolojiye teslim olan, insan emeğine kurban giden bir makinedir.
Descartes, “hayvan makinesi” diyerek hayvanı bir makine olarak görmüştür. On sekizinci yüzyıl materyalisti La Matiere, Descartes’ın sözünü daha da ileri götürdü; “İnsan makine dedi, aynı isimde bir kitap yazdı, insanı makine olarak tanımladı. Nazım Hikmet’in pervaneli, dinamolu ve motorlu bir makine olduğunu görse yine şaşardı.” Ülkemizde teknik değer yaratıp yaratmadığı yıllardır tartışılmaktadır. Bu şiir teknolojinin yarattığını en iyi şekilde ortaya koymuyor mu?
Makineler ve mekanizasyon böyle bir ideal olabilir mi? Nazım Hikmet bu durumu, komünist rejimlerde insanın makine sistemine uyum sağladığı için iradesini kaybettiği için mi tarif ediyor? Aslında bu anlayış, materyalist ve sosyalist görüşlerin dine dönüştürülmesinin bir sonucudur. Tasavvuf terminolojisinde buna ‘makinedeki fena’nın makinede kaybolması denilebilir. Teknoloji ve makinenin insanları orijinal kökenlerinden nasıl uzaklaştırabileceğinin tipik bir örneğidir. Nazım Hikmet, “Çıplak Ayak” adlı şiirinin bir bölümünde ülkenin materyalizme ve maddeye olan düşkünlüğünü şöyle dile getirir:
Biliyoruz
o ülke
Neyi küçümsüyor?
Bu hasret maddi bir akıl kadar
çizgili
Böyle bir özlemle
bir öz var
Önemli olmak!
Nazım Hikmet, 17 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. İlk şiiri Feryad-ı Vatanı’yı 3 Temmuz 1913’te yazdı. Aynı yıl lise eğitimine Mektep Sultani’nde başladı. Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın bir aile toplantısında denizciler için yazdığı kahramanlık şiirini okuyunca, çocuğun denizcilik okuluna gitmesine karar verildi. 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi ve 1918’de 26 üzerinden sekizinci olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde öğrenci zeki, orta derecede çalışkan, giyimine dikkatsiz, gergin ve güzel ahlaklı görünmektedir. Mezun olunca Medrese el-Hamidiye gemisine harbiyeli güverte zabiti olarak tayin edildi. 17 Mayıs 1921’de ağır koşulları nedeniyle ordudan ihraç edildi.
Nazım Hikmet, ailesinden habersiz 1920 yılında arkadaşı Vala Nureddin ile birlikte milli mücadeleye katılmak üzere Anadolu’ya yerleşir ve Bolu’da öğretmenlik yapar. Daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve ekonomi okudu. 1921’de Moskova’ya gitti, devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizmle tanıştı. İlk şiir kitabı 28 Kanunisani 1924’te Moskova’da düzenlenip yayımlandı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı, ancak şiir ve yazıları nedeniyle on beş yıl hapis cezasına çarptırılması istenince. dergi, Sovyetler Birliği’ne döndü.
1928’de çıkarılan af kanunundan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Bu kez Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 yıl hapis yattıktan sonra askere alınıp öldürülme korkusuyla 1950’de Stalin yönetiminde Sovyetler Birliği’ne giden Nazım, 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulu tarafından Türk vatandaşlığından çıkarılarak vatandaşlık aldı. Polonya, Borzycki soyadını alan büyük büyükbabası Mustafa Celal ad-Din Paşa’nın (Constantine Borzycki) doğum yeri. 3 Haziran 1963’te Nazım Hikmet kalp krizi sonucu 61 yaşında öldü.
Bu şiirinde materyalizmi ve Marksizmi neden benimsediğini gösteren bir takım ifadeler kullanır. Aslında Nazım Hikmet de diğer pek çok Marksist ve materyalist gibi köklü bir kültüre ve felsefi derinliğe sahip değildir. Nazım’ın Türkçesi güzeldir, uydurma bir dil kullanmaz ama ifadeleri sığ ve basittir. Sadece ezberlediği bazı kavram ve sloganları tekrarlayarak sığ ifadelerle ideolojisini yaymakta ve sanatını hep bu yönde kullanmıştır. O sadece Lenin, Marx ve Engels ile yatar.
“Lenin 24 saat 24 saat, Marx 24 saat, Engels 24 saat” Şimdiye kadar sosyalist düşüncenin uçuk pembeden kırmızıya her tonunun temsilcilerinden örnekler verdik. 1960-1971 yılları arasında tamamen gündeme hakim olan sosyalizm ve renkleri bugün gündemde değil.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın