Nazım Hikmet’in ihmal ettiği şey, insanın bir de manevi yönü olduğudur. İnsanlara görünmeyen iç dünyaları ve bireysel algı kalıplarını anlatmak isteyen Necib Fazıl Ksakürek (1905-1983), 1930’ların sonunda Nazım Hikmet’in karşısına çıktı. Halk şiiri geleneklerinden de uzaklaşmış, beyit kullanmış, Batı şiirini kendi geleneklerimizle birleştirmeye çalışmıştır. Felsefeye olan ilgisi bir tür mistik anlayış ve duyguya dönüştü. Kendisini bir şairden çok bir din öğretmeni olarak tanıtmak için son yıllarda bazı şiirlerini reddetmiştir.
Kullandığı tasavvufi şiir geleneği, Attak’ın “Baudelaire” şairi olarak gördüğü Naguib Fadel’in ruhunu yatıştırmaktan uzaktır. Ancak Najeeb Fadel’in şiirini asıl çekici kılan bu özelliktir. Acı çeken, çabalayan, bekleyen ve asla tatmin olmayan çağdaş insanın kaygısını gösterir. Cumhuriyet döneminin fikir, düşünce ve şiir eleştirmeni Nurullah Attak, 1930’ların sonlarında yaptığı değerlendirmelerde şiirlerimizde iki isimden söz eder: Necib Fadel ve Nazım Hikmet. 1960’tan sonra Nazım Hikmet gibi onun da etkisi ikinci kez vurgulanmalıdır.
Tasavvuf akımı en özgün örneklerinden birini Asaf Halat Çelebi’nin (1907-1958) şiirlerinde gösterir. Daha sonra Cezaye Karakoç gibi şairler, yeni ikinci harekette insanları iç dünyalarının karmaşıklığından kurtaracak mistik güce işaret etmeye çalıştılar.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın