Milli düşünürler arasında sayılan Erol Güngör’ün İslam düşüncesi açısından çok önemli iki eseri bulunmaktadır. Onun “Çağdaş İslam Meseleleri” ve “İslâm Tasavvuf Meseleleri” adlı kitaplarının bu alanda Cumhuriyet döneminde kaleme alınmış yegane bilimsel eserler olduğu söylenebilir. Erol Güngör, “Çağdaş İslam Meseleleri” adlı kitabında hem İslam dünyası hem de Türkiye geneli için İslam meselelerini ele almakta ve bu meseleler hakkında ilmî ve fikrî tahliller yapmaktadır.
Erol Güngur, Batı medeniyetinin mevcut durumunun bir analizini yaptıktan sonra İslam’ı insanlığın mevcut durumundan kurtulması için bir alternatif olarak görüyor. Modernliği çok problemli görüyor ve onu bütün problemlerin kaynağı olarak gösteriyor. Bu bakımdan o, günümüz Müslümanının sorunlarını, modernitenin egemen olduğu bir dünyada Müslüman olarak yaşamasının önündeki engellerle uğraşmak olarak görmektedir. İslam, insanlığı içinde bulunduğu krizden kurtarmak için gerekli şartlara sahiptir. Bunu, bir zamanlar tarihte gösterdiği kapsamlı hakikat anlayışı açısından yapabilir. Bunu da, bu hakikati anlamak konusunda gösterdiği bilgi edinme araçlarını eksiltmeyen yaklaşımıyla yapabilir. Getirdiği sosyal adalet ilke ve uygulamalarıyla da bu kurtuluşa ulaşabilir.
Erol Güngur, İslam’ın evrensel olarak kurtarıcı özelliklerinden bazılarını sıraladıktan sonra, hangi görevin üstlenilmesi gerektiğini soruyor. Cevabı kısa ve net: Görev, modernitenin geliştirdiği indirgemeci bilim anlayışını ve bilimi yadsımayı kapsamlı bir bilgi anlayışıyla aşmak. Bu gereklilik ağır ve zordur; Çünkü Erol Güngör, Batı biliminin indirgemeci anlayışına karşı yeni bir bilim anlayışı getirmeyi önermektedir. Ayrıca bu koşullarda sosyal adalet ilkelerinin meşrulaştırılması gerektiğine de işaret etmektedir. Çünkü sınıf mücadeleleri, etnik çatışmalar, kölelik ve emperyalizm (sömürgecilik) İslam’ın hakim olduğu yerlerde görülmez diyor. Camideki insanı sokaktaki hayvanla eşit gören bir İslam toplumunda da görülmemiştir.
Erol Güngur, modernitenin insanın acı ve ıstırabına cevap veremediğini, buna dayanacak bir ideoloji veremediğini, hayatın bitmeyen acı ve dertlerinin metafizik bir krize dönüştüğünü söylüyor; Öte yandan, İslam’ın mutluluk, iç huzuru ve acılara dayanma gücü verdiğini, çünkü İslam’ın en güçlü yönünün hayata bir denge felsefesi getirmesi olduğunu iddia eder. Erol Güngur da teknolojinin değer yaratıp yaratmadığı konusuna ciddi bir şekilde eğildi. “Kültürel ve Ulusal Değişimler” adlı kitabında bu konunun uzun bir analizi var. Ama bu kitapta konuya değiniyor. Modern teknolojiye karşı çıkılamayacağını, değer erozyonu karşısında buna yeni bir ideoloji ile cevap verilmesi gerektiğini ve teknolojinin İslam’da daha yüksek bir değerler sisteminin liderliğine yerleştirilmesiyle bunun çözüleceğini savunuyor.
Erol Güngur, İslam’ın bir değerler sistemi olduğunu söylüyor. Bu sistem tarihsel koşullara uyum sağlamıştır. Bugün başka bir zaman ve yerde uygulama farklı olacaktır. Bu farklılık sistemin ilkelerinde değil, fiziksel görünümünde olacaktır. Erol Güngur, İslam’dan doğan bir medeniyetin yeniden canlanabileceği sonucuna varıyor. Bu fikrini sosyal ve kültürel değişime dayandırıyor: “Bunu kabul etmezsek, toplumsal değişimi ve kültürel değişimi de reddederiz.” Erol Güngur, İslam medeniyetinin yeniden kurulmasının, her çağın kendi imkanlarıyla İslam’a getireceği yeni yorumlarla mümkün olduğuna inanıyor. Bu iddiayı, “zamanımızın imkanlarının da İslami esaslara daha geniş bir uygulama alanı verecek durumda olduğu” kanaatiyle onaylamaktadır.
Erol Güngur, İslami meselenin siyasi bir mesele olmadığına inanıyor. Ama Müslümanların yeni bir medeniyet yaratarak varlıklarını korumaları ve yüceltmeleri gerektiğini söylüyor. İslam’ın siyasi amaçları olmadan bir İslam medeniyeti nasıl kurulur? Erol Güngur bu sorulara yer vermiyor. Ama siyasal İslam’a kapıyı kapatmak, İslam’ın siyasi hedeflerini tüketmesini engellemektir. Erol Güngur, Sistematik Akıl ve Hayat adlı kitabında bu bağlamda İslam hukuku meselelerini, edebiyat-din ilişkisini, İslam-sosyalizm-milliyetçilik ilişkilerini ve toplum birliğinin nasıl sağlanacağını inceler ve fikir ayrılığı. Eski ile yeni arasında ve buna benzer bir çok sorun. Kitap bazı tavsiyelerle bitiyor.
Erol Güngör, İslam Tasavvufu Sorunları adlı eserinde ilk olarak tasavvufun kaynağını arar. Kaynağı İslami, diye bitiriyor: “Aslında tasavvuf medeniyetimizin çok değerli bir parçasıdır.” Tasavvuf ile İslamlaşma arasında yakın bir ilişki kurar. Ona göre tasavvuf, geniş kitlelerin İslam’ı benimsemesinde baş rolü oynamıştır. Tasavvuf ile İslamlaşma hız kazanmıştır. Bu nedenle tasavvuf, Müslüman kitleler arasında bir tür “popüler din” haline geldi.
Erol Güngör, tasavvufun Sünni İslam’la barıştığını ve bu tavizin Şiiliğin etkisini kırdığını da belirtti. Tasavvuf ile siyasi çöküş arasında da bir ilişki kurar: Ona göre tasavvuf, siyasi-iktisadi çöküşün sonucu değil, aksine buna karşı bir tepkidir. Erol Güngör, tasavvufun çöküşe sebep olduğu iddiasını savunulamaz bulur.
Erol Güngör, İslam toplumlarında bu tepkinin ortaya çıkışını ve sosyal değişimler arasındaki ilişkiyi de inceler ve şu sonuca varır: İslam dünyasında dinî inanç birliğinin ciddi biçimde sarsıldığı bir dönemde tasavvuf, İslam birliğini sağlama çabasını temsil eder. Tasavvuf, bir umutsuzluk felsefesi ve tembelliği haklı çıkarma felsefesi değildir. Manevi birliği ifade eder, dağılmayı değil. Erol Güngur, bu tespit ve tahlillerinin ardından tasavvufun İslam kültürü içindeki yeri sorusunu ele almakta ve tasavvufa karşı bazı tespitlerde bulunmaktadır:
Ona göre tasavvuf, İslam kültürünü olumsuz etkilemiş, en zeki beyinleri kültürel hayattan çekmiş ve İslam toplumunun meseleleri açısından başarısız bir sınav sunmuştur. Öte yandan, insanın iç dünyasına muazzam bir zenginlik getirdi ve bize tam bir inanç duygusuyla yaşamayı öğretti. Erol Güngör, tasavvufun güncel konularını da ele alıyor. Günlük hayatın baskıları altında bunalan ve irşada susamış gençlerin enerjilerinin tasavvufa meylederek tükeneceğinden korkar. Bu nedenle tarikata katılanları sosyal faaliyetlerden kopmadan hareket halinde olmaya çağırıyor.
Meditasyonu İslami yapanın ne olduğu açısından, İslami ilimlerde ortaya konulan bazı kriterler ortaya konulabilir. Bu düşünceyi İslami kılan, gerçek dünyayı, çevreyi, insanın içindeki ve dışındaki yaşamı anlamadaki ilişkileri tanımlayan ilkelerin İslam’a dayanmasıdır. Erol Güngur, gerçeklik ile sözde ilkeler arasında, olan ile olması gereken arasında güçlü bir bağ kurulmasını savunur. İslami geleneklerden gelmemesine rağmen kendi çabasıyla Arap dilini öğrenmiş ve İslam’ı orijinal kaynaklardan öğrenmiş ve araştırmıştır. Bu konularda farklı, kabul görmüş görüşler ortaya koymuşsa, asıl kaynaklara inip daha derinlere inebildiği içindir.
Hayat hikayesi hakkında
1938 yılında Kırşehir’de doğan Erol Güngur, 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Burada hocası Fethi Cemühlüoğlu onu Mümtaz Turhan ile tanıştırdı. Mümtaz Turhan’ın teşvikiyle Hukuk Fakültesi’nden ayrılarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Güngör, kolejden 1961 yılında mezun oldu ve 1975 yılında bu kolejdeki resmi görevine başladı. Fransızca ve İngilizce de öğrenen Erol Güngör, misafir öğretim üyesi olan Henze’ye asistanlık yaptı ve ders notlarını Türkçe’ye çevirdi.
Deneysel Psikoloji Bölümü’nde asistan oldu. Bu arada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan sosyal psikolojiye yöneldi. Bu disiplinin önemli eserlerinden biri olan Krish ve Crethfeld’in Sosyal Psikolojisi ders kitabını Türkçeye çevirdi. 1965 yılında “Sözel Yapılarda Estetik Organizasyon” başlıklı teziyle hekim oldu. 1966 yılında ABD Colorado Üniversitesi’nden ünlü sosyal psikolog Kenneth Hammond’un daveti üzerine Amerika’ya gitti. Bu üniversitedeki Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde uluslararası bir ekibin araştırmasına katılın. Sosyal psikoloji dersleri ve seminerleri verdi. 1970 yılında “Kişilerarası Çatışma Çözümünde Dilin Rolü” konulu teziyle doçent oldu. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerlere yazılar yazmaya devam etti.
Erol Güngur, üniversitede verdiği dersler ve bilimsel yayınlarıyla sosyal psikolojiyi Türkiye’de önemli bir alan haline getirdi. Devlet Planlama Komisyonu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli kurullarında görev yapan Güngür, 1978 yılında “Değerler Psikolojisi Araştırmaları” başlıklı teziyle profesör oldu. 1982 yılında YÖK tarafından Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne atandı ve 24 Nisan 1983 yılında çalışırken geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. En verimli dönem yetmişli yıllar. Eserlerinin hemen hepsinde gelenekleri insan, kültür, din ve kişiliğe göre yorumlar. Güngör’ün muhafazakarlığı statükoya kapalı, değişime ve yeniliğe açıktır.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın